Özgürlük, insanın evrenle, toplumla ve kendi benliğiyle kurduğu uyumun adıdır. Alevi örgütlenmesi; inanç ve vicdan hürriyetini esas alan ‘İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın temel hak maddeleriyle uyum içinde doğmuştur.
Tarih boyunca yasaklamalar ve inkâr politikalarıyla karşılaşsa da Alevi toplumu, her baskıda kendi köklerine ve dayanışmasına daha güçlü sarılmıştır. Cemevleri, dernekler ve vakıflar; yalnızca ibadet değil, aynı zamanda kimlik, adalet ve hafıza mücadelesinin mekânlarıdır.
Bugün Alevi kurumları; eşit yurttaşlık, kadın özgürlüğü ve inançlar arası diyalog gibi evrensel değerleri sahiplenerek, geçmişin mirasını çağdaş dünyanın diliyle buluşturuyor. Bu örgütlenme; rızalık, adalet ve dayanışma üzerine kurulu bir özgürlük ve insanlık anlayışının bugünkü ifadesidir.
Yıllardır Alevi toplumunun inançsal, kültürel ve toplumsal taleplerini dile getirenlerin milletvekili olması, onların inanç yolundaki hizmetini bırakması gerektiği anlamına gelmez. Aksine, Alevi kimliğini ve değerlerini siyasal temsile taşımak, toplumun yıllardır görmezden gelinen haklarını demokratik zeminde savunma imkânı yaratır.
Bir kurum yöneticisinin Cemevindeki varlığı, bir siyasi çıkar değil; inancın özündeki rızalık, eşitlik ve adalet öğretisinin sürekliliğidir. Alevi geleneğinde “dede”lik, makamdan değil, hizmetten doğar. Yüzyılardır inanç önderlerimiz bu hizmeti, inanç ve toplumsal sorumluluk bilinciyle yürütmektedirler.
Özgürlük hak ve adalete en çok sahip çıkan kesim olan Aleviler için inanç önderleri dengeyi korumasını inancı gereği bilir. Bu denge inançla siyasetin birbirine karışması değil, hakikatin her iki alanda da var olması demektir.