25 Kasim Kadina Yönelik Her Türlü Şiddetle Uluslararasi Mücadele Günü Vesilesiyle
“BİR ÖZ SAVUNMA ÖRNEĞİ: ZARİFE ANA”
Asimilasyon ve devşirme; faşist devletin Alevisi, devletin Kürdü yapılmaya çalışıldığı; gençlerimizin, geleceğimizin yok edildiği; herkesin üç maymunu oynayıp sustuğu, “parsel parsel eylemişler dünyayı” deyip herkesin kendi kurumunu parsellediği; ama özellikle Alevilerin yaşadığı Dersim’de, Elbistan’da, Pazarcık’ta, Malatya’da, Çorum’da, Erzincan’da, Koçgiri’de, İstanbul vb. büyük şehirlerin Kürt-Alevi mahallelerinde madde bağımlılığı, çeteleşme, fuhuş, ajanlaştırma, kadınların düşürülmesi, “köy korucusu” vb. yalnızca Râe Haq inancına yönelik değil; Alevi toplumunun tamamına yapılan, gençliğin yok edilmesi projesi olan özel savaş politikaları, özel harp dairelerinin projeleri… Şu an yaşanan soğuk soykırım, soğuk savaş kimin umrunda? Kimin umrunda? Herkes kendi bahçesinde tarihçi, sıcak savaşı, sıcak soykırımı anıyor, var oluyor—iyi güzel. Peki şu an yaşanan görünmeyen şiddet, görünmeyen soğuk soykırım, soğuk savaş, soğuk tezgâhlar, asimilasyon politikalarını, Yezid’in her kılığa girdiğini ne zaman görecek kurumlarımız? Bu yüzden “şiddet nedir?” sorusundan başladık; çünkü ne savaş, ne şiddet ne de asimilasyon, devşirme politikası yalnızca soykırımdan ibaret değil; sıcak ve fiziksel olmadığı gibi aynı zamanda psikolojik şiddet gibi soğuk savaş politikaları da görülmesi zor ve öz savunma geliştirmesi zor meselelerdir.
Hafıza merkezimizi tazeleyelim: Kerbela katliamı, Emevi Muaviye, Osmanlı zihniyetinin Kızılbaş katliamları (Pir Sultan’ın asılması vb.), Hamidiye alaylarının Kızılbaş katliamları, İttihat ve Terakki’nin Koçgiri katliamı, Dersim soykırımı, Malatya katliamı, Maraş katliamı, Çorum katliamı, Ümraniye, Gazi, Madımak katliamı… Bu soykırım ve katliamlarda kadınlara nasıl savaş teknikleri uygulandı?
Dersim vilayetinde; önce Koçgiri katliamı ve ardından Dersim soykırımı yaşandı. Kadınlar çırılçıplak soyuldu, kilometrelerce öyle yürütüldü; TC’nin askerleri tarafından tecavüz edilip (o toprakların olmayışının çaresizliği, olmayan namusa zorla erişmeye çalışma), kafalarına vurularak, çocuklarının gözü önünde ve çocuklarına aynı işkenceler yapılarak katledildiler. Ölümsüz çocuk bedenlerinden kuleler inşa ettiler… ve uçurumlardan attılar. Yaşlı, genç, kadın, çocuk, bebek demeden günlerce, aylarca kan aktı Munzur’da. Doğmamış, doğamamış çocukların ahı durur tepesinde, geçmez… Evet, patriyarkal emperyal-faşizmin savaş tekniğidir: işgal ettiği yere önce tecavüz kültürünü taşımak. Dünyada savaşlarda ondan daha büyük ve güçlü emperyal düşmanın kendisine yaptığına, gücü yettiğine onu yapmak—bir klişedir: Emevi’de, Osmanlı’da, İttihat ve Terakki’de, TC devletinde dost gördüğü emperyal düşmanın kendisine yaptığını, kendi içindeki başkasına, gücü yettiğine yapmak; devletin Stockholm sendromudur. Askerlerini, dost gördüğü, kendisini katleden emperyal askerlerle benzetmek… Askerlerindeki aslında kendinde olan yenilgi psikolojisini, kendi sınırlarındaki en ötekiyi yok ederek askerlerini aşağılık kompleksinden çıkarmak (Emevi zihniyetinde, Osmanlı’da, İttihat ve Terakki’de, Misak-ı Milli’ye kadar sınırları her küçüldüğünde) bir TC klasiğidir: soykırım ve katliam. Karşında insan mı vardı ey Alevi?
Dersim’de soykırım uygulandıktan sonra bitmedi; kalan çocukları devşirmek için Türk ve Sünni insanlar tarafından “yetiştirildi.” Nezahat Gündoğan’ın “İki Tutam Saç” belgeselini izleyerek ayrıntılara sahip olabilirsiniz; sürgüne gönderilen, evlatlık verilen kız çocuklarının, kadınların soykırımın canlı tanıklıklarını seyredebilirsiniz. Yine benzer acıların yaşandığı Maraş katliamında sırtından süngülenen hamile kadınların bebekleriyle birlikte katledildiği, kazanlarda yakıldığı, vücudunun parçalandığı; “Beni sen öldür, onların eline bırakma” denen yerlerin Maraş’ta Alevilerin yaşadığı acılar olduğunu unutmayın—yönetmen Mediha Güzelgün’ün “Üçüncü Gurbet” adlı belgeselini izleyiniz.
Böyle bir zorbalık elbette kendi içinde kadın önderlerini yarattı: bu vahşi soykırımın karşısında Koçgiri-Dersim’den Zarife Ana ve Mameki’den Bese Ana’yı… ve nicelerini.
Kürt-Alevilerin ilk kadın gerillasıdır Zarife Ana. Koçgiri’den, Kırmançiyê’nin “mor sümbüller, kardelenler” güzelliğinde bir kavga bıraktı bize. O, 1937–1938 Dersim soykırımı yaşatılırken merkez kadroda bir kadındı. Soykırımcı “medeniyet getirecek devletin avcı, savaşçı erkeklik” tarihinin; patriyarkal feodalizm ve patriyarkal emperyal kapitalizmin bir sonucu olarak vitrine kalan “modern” kadını—saçı açık, makyajlı, elbise giyen, bikini giyebilen, spor yapabilen “modern” kadın; peki kamu alanının neresindeydi bu kadınlar? Hangi mevki ve makamda yer alırdı, hangi organlarda karar verici yetkileri vardı? Osmanlı’dan İttihat ve Terakki’ye modernizasyonun tek örneği olarak gösterilen Ermeni asıllı Hatun Sebilciyan’ın ismi değiştirilerek Sabiha Gökçen’in savaş uçağı kullanması; Dersim’de hemcinslerini ve çocukları sarin, gaz, vb. silahlarla bombalaması… Peki Sabiha Gökçen’in savaş pilotu olmasının dışında bir rütbesi var mıydı? Onbaşı, binbaşı, general? Hiçbiri yoktu tabi ki. Hiçbiri yoktu; bir hiç uğruna kadınlığa duyulan onur kirletildi. Peki yapılan soykırımın karşısında dağlı diye küçümsenen, tecavüze uğramamak için çocuklarını korumak zorunda kaldığı için eline silah almak zorunda kalan Zarife Ana, öz savunmanın en önünde, merkez kadroda yer alıyordu. Emeğini ve kavgasını erkeklere bırakmayacak kadar cesurdu. Böyle bir feminist bayrağı bize teslim etti; kırmanciyê’nin bertengini emanet etti Zarife Anamız. Tam da bu yüzden kurtuluşu, eşitliği, aydınlığı, modernliği, asimilasyon karşıtı öz savunmayı; Emevi zihniyetine karşı laikliği başka yerde değil evimizde, özümüzde, inancımızda, itikatımızda, ana dilimizde, kültürümüzde, yolumuzda arayalım. Evet, yaşatılan katliamlardan politize olmak zorunda kalmış bir toplum Alevi toplumu, ama bizim muhalefetin klik savaşlarında daha önemli sorunlarımız var: gençliğimiz, geleceğimiz yok ediliyor. Önce “bir olalım, hür olalım, eşit olalım” ki onlara sahip çıkabilelim. “Yol bir, sürek binbir” öğretiğimizi, yolu kim sürecek elli yıl sonra? Belki diasporada değil ama memlekette beton duvardan ibaret görülen “ibadet”i bile sürdürecek kuşağımız kalmayabilir. Bugün yozlaşmaya ses çıkarmaz isek “çeteleşme, yozlaşma, madde bağımlılığı, fuhuş, devletin dedesi, devletin aydını, devletin Alevisi, devletin Kürdü” bataklık politikaları yukarıda saydığımız sıcak katliamların devamıdır. Nasıl ki psikolojik şiddetin fiziksel şiddetten bir farkı yoksa —ki hasarı daha büyüktür— nasıl ki fiziksel şiddet diyalektik bir refleksle öz savunmayı doğuruyorsa, özel savaş taktikleri de soğuk, sessiz, uzun vadeli yürütülen bu asimilasyon politikaları; faşizmin güncellenmiş, bu çağın katliamlarıdır. Soğuktur, sessizdir, bukalemun gibidir; her kılığa girer… Zararı bir sıcak katliamdan daha fazladır. Psikolojik şiddete karşı durma yöntemleri nasıl bilinmiyorsa, bizim Alevi toplumumuz da ne yazık ki bu özel harp dairelerinin plan ve projelerini bırakın çökertmeyi, anlamadı bile; çağın Yavuz hırsızını, Topal Osman’ını, İdris-i Bitlisi’ni… anlasa bu kadar kurumlarda erkek savaşı olmazdı diye düşünüyorum. Buradan tüm yöneticilere sesleniyorum: koltuk sevdanız yola zarar veriyor. Kurumlarınızı, kamusal alanlarınızı, koltuklarınızı kadınlarla paylaşmaktan çekinmeyin; kadınların Zarifeleşmesinden çekinmeyin. Yolun koruyucusudur ana; ikrarın sahibidir, erkanın sahibidir. Alevilikte özden uzaklaşmayı önleyendir; gençleri koruyandır. Tüzükteki eş başkanlık, kadın kotalarını lütfen uygulayın. Yarın belki diaspora için değil ama memleketimiz için korkunç yerlere gidiyor. Aleviliğin reformistleşmemesinin, özüne dönmesinin yolu post nişane sahibi analarımıza, kadın zakirlerimize, kadın aşık ve ozanlarımıza sahip çıkmaktır.
Analarımızın post nişanesini tartışmayın; Aleviliğin özünden uzaklaşmasını tartışın. Her pir kendi ocağında kapalı cem tutmazken, pir, dede, talip, misâyp, ikrar sistemi dağılmışken; hepsi başka bir ağızdan konuşurken… kurumlarımızda erkeklerin liste savaşları varken Aleviliğin özündeki can kavramını tekelleştirmeyin. Evimizi sessizce yıkıyorlar, görmüyor musunuz? Daha iktidarın politikalarına, Bahçeli’nin cemevi projesine, Yavuz hırsızı “aydınlara”, devşirilen düşkün Alevi, sözde aydın ve sanatçılardan daha bahsetmedik bile.
Bizim kamusal alanımız analarımızdır, kadın zakirlerimizdir, kadın aşıklarımızdır, kadın ozanlarımızdır, kadın sanatçılarımızdır. Onlara sahip çıkmaktan, kadınların Zarifeleşmesinin önünü açmaktan asla vazgeçmeyeceğiz! “Bir olacağız, eşit olacağız, hür olacağız.”
Kadınlara kamusal ve özel alanda yöneltilen bütün şiddet türlerine; kurumlarımızdaki tüm toplumsal cinsiyet eşitsizliğine karşı daima kadın dayanışması ile, aşkla…
