Salı, Kasım 11, 2025

Dersim Tertelesi Planlı Bir Yok Etmenin Adı

Bazı tarihler takvim yaprağı değildir.

Bir halkın boğazında düğümlenen çığlık, bir coğrafyanın açılmayan yarasıdır.
4 Mayıs 1937 böyle bir tarihtir. Devletin resmi raporları, operasyon kayıtları ve bizzat dönemin devlet görevlilerinin itiraflarına göre Dersim, “medenileştirme” adı altında kuşatılmış, bombalanmış, yakılmıştır. Bu itiraflardan en bilineni, dönemin Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’e aittir. “Mağaralara iltica etmişlerdi. Ordu zehirli gaz kullandı. Mağaraların içine gaz attılar, fare gibi zehirlediler. Yediden yetmişe kestiler.” Bu söz bir tanıklık değildir. Bu, suçun itirafıdır.

Bu ‘isyan bastırma’ değildir. Bu, kimlik hedefli bir tasfiye planıdır. 1937–1938 yılları arasında. On binlerce insan öldürüldü. Binlercesi sürgüne gönderildi. Binlerce çocuk özellikle kız çocukları — ailelerinden koparıldı, başka ailelerin yanına verildi, kimliksizleştirildi. Birleşmiş Milletler Soykırım Sözleşmesi çok açıktır. Bir grubun fiziksel ve zihinsel olarak yok edilmesi. Yaşam koşullarının o grubun varlığını sürdüremeyeceği şekilde değiştirilmesi. Çocukların zorla başkalarına verilmesi, soykırımı tanımlar.

Dersim’de yapılan tam olarak budur.

Dersim’e yapılan “operasyon” değildi.Bir tertele bir yok etme seferberliğiydi.

Devlet özür dilemedi. Sadece kelime kurdu.

2011 yılında dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, şöyle dedi. “Eğer devlet adına özür dilemek gerekiyorsa, ben özür dilerim.” Bu bir özür değildir. Bu bir şart cümlesidir. Bu, yüzleşmeye değil, konuyu kapatmaya hizmet eden bir siyasi manevradır. Çünkü. Arşivler açılmadı. Kayıp kızların akıbeti açıklanmadı. Mezarsız bırakılanların yerleri söylenmedi. Dersim adı hala iade edilmedi. Özür, sonuç doğurmadığı sürece bir ses efektidir. O sözün ardından devletin yaptığı tek şey susmak oldu.

Dersim, biat etmeyen akıl olduğu için hedef seçildi. Modern ulus devlet, tek tip, itaatkar, sorgulamayan tebaa istiyordu.

Tek dil.
Tek din.
Tek ulus.

İnancı gereği iktidarın önünde eğilmeyen Dersim, bir “engel”di. Bu nedenle sadece silah değil, propaganda da devreye sokuldu. Din kullanıldı, fetvalar yayıldı. “Yedi Alevi öldüren cennete gider. Canları, malları helaldir.” Dini araçsallaştırarak nefret devşirildi. Zulüm, kutsandı.

Bugün hala. Mezarlar gizli. Kayıp kızların akıbeti karanlıkta. Dersim Tertelesi Planlı Bir Yok Etmenin Adı Genelkurmay arşivleri kapalı. Dersim adı geri verilmedi. Bunların her biri, suçun devam ettiğinin kanıtıdır.

Devletin yapması gereken bellidir. Tunceli adı kaldırılmalı, Dersim adı iade edilmelidir. Seyit Rıza ve arkadaşlarının mezar yerleri açıklanmalıdır. Arşivler açılmalı, belgeler kamuoyuna sunulmalıdır. Kayıp çocukların dosyaları ortaya çıkarılmalıdır. Sürgün edilenlerin ve ailelerinin zararları tazmin edilmelidir. Bunlar bir lütuf değildir.

Devletin borcudur.

Unutmak erdemlik değildir.

Unutturmak ise suçun devamıdır.

Bugün birileri hala. “O işler eskide kaldı.” diyor. Hayır. Geçmiş, yüzleşilmediği sürece bitmez. Adalet zaman aşımına uğramaz. Tarih, susturulanların yakasından düşmez. Bu coğrafyada bir çığlık var. Ve o çığlık hala soruyor. “Benim çocuklarım nerede?”

Biz unutmayacağız. Biz susturulanların sesi, kayıp kızların iz sürücüsü olacağız. Dersim Tertelesi’nin hesabı sorulana kadar, sorular bitmeyecek. Çünkü bazı tarihler geçmez. Bazı acılar susmaz. Bazı gerçekler saklanmaz.

Dersim’in hesabı sorulacak.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Yazarın Diğer Yazıları