Ormanın gövdesine yaslanmadan, ağaçların nefesini dinlemeden Tahtacı gerçeği anlatılamaz. Çünkü bir Tahtacı’nın yolu, yaralı bir çamın sabrıyla, kökü derine inmiş bir sedirin direnciyle, meşe gibi dik duruşuyla şekillenir. Biz biliriz ki Tahtacının elindeki nacak, yalnızca bir alet değil; Yol’a atılan imzanın, ocak terbiyesinin, ustalık erkânının devamıdır.
Hasan Baba da böyleydi işte. Doğançay’ın ormanlarında yalnız ağaç değil, insan yoğururdu.
Elinde nacak yoktu belki, ama baltacı nefesi vardı: insanın gönlüne şekil veren, odunu değil özü yontan bir nefes. Her cem yürüttüğünde, orman erenleri de sanki onun etrafında halka olurdu. Sesi doğanın içinden gelir gibi ağır, sakin, derin olurdu.
Dostlarıyla Aleviliği öğretirken hiçbir zaman sakınmazdı.
Onda ustalık–çıraklık erkânının inceliği vardı: Bir ustanın, çırağın eline değil, yüreğine dokunan sabrı…
Bir mürebbinin, talibin yolunu taşla değil, duayla döşeyen hali…
Ben Pir Sultan Abdal Derneği’nde şube başkanıyken, semah ekibimize kattığı güzelliği unutamıyorum. O semah, yalnızca dönülen adımlar değildi; tahta ikrarı gibiydi. Her adımda “Ben bu Yol’a bağlıyım” diyen bir sır vardı. O sır, Hasan Ateş’in nefesinden beslenirdi.
Semahtaki canların en küçük hatasını bile kırmadan, incitmeden düzeltirdi. Usta edasıyla ama tevazu perdesiyle…
Sanki hep “Gönülden çıkan, gönüle varır” der gibiydi.
Tahtacılar bilir; ustanın ardında bıraktığı yonga dışarıda kalır, asıl olan gönüle düşendir.
Hasan Baba gönlümüze düşen o yonganın sahibiydi: Bir öğüt, bir gülüş, bir suskunluk, bir el dokunuşu…
Her biri ayrı bir talim, ayrı bir erkândı.
Aklıma düştün.
Onunla birlikte yalnızca bir insanı değil, bir geleneği, bir orman nefesini, bir ustalık zincirini anıyoruz. Çünkü Tahtacı kültüründe ölüm, gövdesi toprağa dönen bir sedirin yeniden kök vermesi gibidir; her düşüş yeni bir dirilişin habercisidir.
Düşümüze yine düştün Hasan Baba…
Yolumuzun mürebbisi, tahta ikrarımızın şahidi, semahımızın nefesi, gönlümüzün ustası olarak.
Biz seni rahmetle değil, hizmetle, helallikle, Yol ahlakıyla anıyoruz.
“Hoş bulduk Pir’im… Bundan böyle Hakk için akacak kanım, dökülecek terim.
Eşiğine vardım, şükür. Dost yüzünü gördüm, şükür.
Ay gibisin sen…
Ayın güzelliği güneşten gelir, güneşse yeleleri alevden, al bir ateştir sende. Özün tutuştur.
Buyur, seher soframıza otur.
Bir lokma ekmek ye, bir tutam tuz tat, bir yudum mey iç…
Adım Baba İshak’tır, andım olsun bu sözlere.” – Ozan Telli