25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle İle
Mücadele Günü Kapsamında-3
Öncelikle diasporanın can kadınları hepimize merhaba; “25 Kasım Kadına Yönelik Şiddet ile Uluslararası Mücadele Günü” kapsamında toplumsal cinsiyet eşitliğine farkındalık kazanmak, yaşamın tüm alanlarında kadına yönelik her türlü şiddete karşı mücadele edebilmek, başa çıkabilmek için…
Bacılık hukukumuzda öze dönüyor ve hem cins sevgisiyle kadın dayanışmasını büyütme çağrısı yapıyoruz.
“Gelin Can Kadınlar, Bir olalım, Hür olalım, Diri olalım. Eşit olalım.”
Patriyarkal kamusal alanın; militarizm hegemonyası ve savaş çığırtkanlığının özel alana yansıması — “özel alan tabii ki politiktir”
Üçüncü dünya emperyalist paylaşım savaşının ortalarına denk geldiğimiz günlerden geçirtiliyoruz, beyanımız olmadığı halde, hiç istemesek de… Brexitsiz tartışmalarını arkasında bırakan, savaşta toparlanan klasik merkez sağ ve Avrupa’da hızla yükselen sağ politikalar… AB’nin savaşa destek veren politikalarına maruz kalıyoruz. “Avrupa silahlanmaya 800 milyar avro mali kaynak ayırdı.” Dün Ukrayna, bugün Polonya derken NATO’nun yayılmacı, işgalci, emperyalist politikasının faturasını geçtiğimiz günlerde Almanya kadınları orduya çağırmasına, zorunlu askerliğin gündeme gelmesine, Avrupa’nın en büyük ordusunu kurma hedeflerine, sığınak hazırlığı vb. alenen savaş hazırlıkları patriyarkal militarist politikalara kadar ilerledi.
Hepimizin yakından takip ettiği militarizmin, savaşın yükseltildiği bu günlerde Alman ordusuna kadınların çağrılması, zihnimde holokostun Nazi kızlarına götürdü beni; faşizmin kadınları kullanmasına… Bu yüzden ne yazık ki biyolojik olarak kadın olmamız yetmiyor. 5000 yıllık ataerki ile kirletilmiş bir kadınlık var sosyolojik olarak karşımızda, yanımızda, içimizde; Judith Butler’ın Cinsiyet Belası kitabında derinlemesine anlatıldığı gibi “gender”, yani toplumsal cinsiyetimizin de feminen olması bir o kadar önemli; yani toplumsal cinsiyet rollerinin sorgulanması…
Biyolojik cinsiyeti kadın olan bir insanın toplumsal cinsiyeti; düşünme şekli ve pratiği, çocuklarını yetiştirme tarzı vb. somut örnek verirsek patriyarkanın toplumsal normu — kadının sadece mutfağa itilmesi, tek yapabildiği şeyin bu olduğuna inandırılmış olması! Bunu kanıksamış olması, onun biyolojik cinsiyeti kadın olsa da toplumsal cinsiyetinin erkekleştiğini üzülerek söylüyoruz. Bunun nedenlerini irdelersek Avrupa’da AABF ‘de eş başkanlık ve kadın kotalarının uygulanmaması can kavramından uzaklaşıp Anaların post Nişanesinin tartışılması, Ataerkil pratikler sergileyip kadınları cem evlerinin mutfağına sıkıştırması, toplumsal cinsiyet eşitliği eğitimine önem vermemesi ve ABDJ (gençlik komisyonlarındaki) genç kadınların yaşları ilerledikçe ABF kadın komisyonlarına girmemesi, kadın komisyonlarının yaş skalasının ortalama 40 yaş üstü olmasına neden olduğunu gözlemliyoruz. Oysa gençlik ARU projesi gibi Almanya devlet okullarında Alevilik dersi vb çok önemli projelere imza attığını gözlemliyoruz. Gençlik Birimlerindeki Genç Alevi Kadınlar ile Alevi Kadın birlikleri arasındaki entegrasyonu sağlamak ise önümüzdeki görevlerden biri ez cümle kadın mücadelesi 25 kasım ve 8 Mart ile sınırlı değil, her günümüz toplumsal cinsiyet eşitliği paradigması ile Patriyarkal can kavramı haline getirilen Ataerkil tekelleştirmeden can kavramını tüm canlılar için kurtarmak Alevi kadınların kurumlarımızdaki temsiliyetini çoğaltmak ve Aleviliğin özüne dönme çabası, dağılmayı, parçalanmayı engellemek ” yol bir, sürek binbir” için mücadele etmektir her günümüz
Avrupa’da hem sıcak hem de soğuk “özel savaş” politikalarına maruz kalmamak için, savaşları ve militarizmi engelleyecek tek anti hareketin kadın hareketleri olduğu bilincine varmak için bir kere daha “Avrupa’da” bile sıcak savaşı yaşamadan; sürekli bir eğitim ile, hemcins sevgisi ile erkekleşmeden, erkeklerin savaşına, listelerine, koltuk dalaşına bulaşmadan, aramıza nifak tohumu ekmelerine izin vermeden, yirmi otuz yıllık üyelerin küsmelerine, ayrılmalarına, dağılmaya izin vermeden; genetik kodlarımız toplayıcılıktan gelen “ikrarın sahibi Ana’dır, erkânın sahibi Ana’dır” felsefesiyle hafıza merkezimizi güncelleyerek üzerimize sinmiş eril, patriyarkal tüm davranışlarımızdan kurtularak bilinçlenmek, okumak, gelişmek, geliştirmek zorundayız.
Hemcins sevgisini bilinç dışında başka bir şeyle kazanamayız; öze dönebilmenin tek yolu okumak, araştırmak… Yolumuza yakışmaz birbirimizin önüne taş koymak; birbirimizin yolunu açmalı ve gerçek bir kadın dayanışmasını inşa etmeliyiz.
25 Kasım cins bilinci ile kadınların kurtuluşu paradigmasından Alevilerin kadın kamusal alanı; Analarımızdan, Kadın Zakirlerimizden kız kardeşliği öğrenerek eğitimle başlangıç yapmak için güzel bir gün… Diasporaya soykırım (genoside), katliam ve savaşları arkamıza bırakmak için gelmiştik; savaş ve göç tarihini… Şiddetsiz günler yaşamak için… İnsan onuruna yakışan yaşamın hakkını verebilmek için; inancımızdan, kimliğimizden, cinsiyetimizden kaynaklı yargılanmamak, sorgulanmamak için… Önce büyük şehirlere göçtük Dersim’, Qoçgiri, Çorum, Maraş, Madımak’tan… sonra Ümraniye ve Gazi’de de bulmuştu bizi faşizmin ‘toplumsal’ şiddet aklı… Düştük uzun yollara, ülkeler aştık turnanın kanadından… Ama şiddet bir türlü peşimizi bırakmadı; bizim yolları bırakmadığımız gibi… Yolda olmak hep bizim payımıza düştü; ozanın dediği gibi: “Gurbet hep bana mı düşer usta, zulüm hep bana..
Kamusal alanların, iktidar alanlarının erkekler tarafından avcı-savaşçı toplum tarihinden, resmi olarak Tunç Devri ile ataerkil düzeni inşa etmesinden beri… İkinci cins edilmemizden beri… Maalesef bizleri ana yanlı toplumdan, hemcins sevgimizden, genetiğimizden uzaklaştırdı ve patriyarkal zehirlenme yaşadık… Toplumlar tarihinin resmi ideolojisi bizden hep erkekler gibi düşünmemizi istedi ve kadının kadına yabancılaşmasını… Dünya gezegeni 4,54 milyar yıl önce oluşmuştur; bir 4,5 milyar yıl sonra ilk insan Homo Sapiens’in ortaya çıkması Afrika’da yapılan bilimsel araştırmalara göre 250.000 ile 350.000 yıl öncesine dayanıyor.
Anayanlı dönem (insanlığın ilk toplum düzeni — sosyolojik bir terimdir) dediğimiz dönem; çivi yazısının keşfinin yapıldığı tarih öncesi Paleolitik dönemden (M.Ö. 12.000), Neolitik döneme tarımın keşfi (M.Ö. 9000–5500) kadar ve Tunç Devriyle (M.Ö. 3000) birlikte yavaş yavaş ataerkil düzene geçilmeye başlansa da çok tanrılı dönemde bile kadın kutsal sayıldı. Lilith’ten Ana Tanrıça Kibele, İştar, İnanna, Anahita, Artemis, Rhea, Demeter gibi farklı coğrafyalarda yüzlerce kadın tanrıça ismine ulaşabilirsiniz (bkz. Wikipedia kadın tanrıçalar listesi).
Dünyanın her yerinde kutsal sayılan bu kadınların ortak özelliği bereket, gök, nehir, evren, doğa, ateş, tohum, tarım vb. ile insanlığın barış içinde yaşaması için çalışmaları ve insanın sosyal bir varlık olması içindir. Kadınlar savaşı icat etmedi. Yok etmenin yerine tam tersi yaşamı üretmeyi, gelişmeyi, sosyalleşmeyi, paylaşmayı ve estetiği öğrettiler insanlığa. Kadının kutsallığı aslında buradan geliyordu: adaleti, bireysel bir doğurganlıktan değil; toplumsal bir barış adaletinden, kolektif bir mutluluktan… Lilith’ten, tanrıça kültüründen günümüze kadar Anayanlı dönemin genetik kodlarının aktarıldığını sosyolojik araştırmalar ile görebiliyoruz ya da hâlâ Amazonlar, Masuolar vb. anayanlı kadın kabilelerinin varlığından haberdarız.
Alevilikte ise buna şöyle rastlıyoruz: Gürûhu Naciye (Ana Naciye’nin çocukları) anasoylu bir terimdir; 12 İmamlar Kerbela yasından önce Mâsûm-u Pâk (çocuklar için) ve Ana Fatma için niyet tutmamız, 40’lar ceminin 17’sinin post nişane sahibi analardan oluşması ve post nişane sahibi analarımızın patriyarkal Emevî, Osmanlı ve patriyarkal Kemalizme, resmi ideoloji ve dinlere, Emevî-Muaviye zihniyetinin devamcısı cumhuriyetin ilanından beri kurulan alevisiz Diyanete rağmen bugünlere gelmesini sağlayan; tarihteki post nişane sahibi analarımızın bazılarının isimleri şöyle: Ana Fatma, Fatma Bacı, Bacıyan kız kardeşlik kültürü, Seyyide Ana Emiş (Baba Mansur Ocağı, post nişanesi sahibi), Pulyanlı Elif Ana (Sinemil Ocağı Afe Ana), Seyyide Ana İsme (Kurêsan Ocağı post nişanesi sahibi), Kereze Ana (Kurêsan Ocağı), Ana Zarife ve Bese Anaları ile özünü kuşaktan kuşağa aktarmaya devam ediyor…
Dersim’de ziyaretgâhlarımızın çoğunun kadın isimlerine sahip olduğu ve feodalizm, ataerki vb. nedenlerle zamanla erkek isimleri aldığı bilinen bir sır değil (bkz. Gazeteci Semra Turan’ın “Dersim’de çok fazla kadın ziyaret ismi değiştirildi, bu ziyaretler tanrıça kültüründen haberi”). Ana Fatma, Xaskare, Jele ve Büyer’e isminde 4 kadın ziyaret yeri var. Munzur Baba ziyaretinin eski ismi Bereket Tanrıçası Anahita’nın ismi olduğu araştırmalar dahilindedir.
Kadın binlerce yıllık bu insanlık tarihinin canlılar arasında ilk sosyal varlığı… Ne demek bu? İnsanlığı uygarlığa götüren icatların hepsini kadınların yapması demek; toplayıcılıktan tarıma geçişi kadınlar sağladı, tohumu ilk kez kadınlar buldu, ilk çiftçi, ilk doktor, ilk mimar, ilk matematikçi, ilk fizikçi… Dünya aslında böyle bir insanoğlu ile tanışmıştı Anayanlı dönemde; insan sosyalleşiyor, uygarlığı arıyordu — insanlığın evrimini…
Dünya şiddet ile nasıl tanıştı hiç düşündünüz mü? Bu şiddet nereden ortaya çıktı? Dünya savaş tarihinin mikro düşünce merkezi avcı-savaşçı erkeklik tarihi… Bugün gördüğünüz bütün emperyal savaşların hücresi, tersine evrimi avcı-savaşçı erkeklik tarihidir… İnsanın ilk canlı öldürmeye başladığı yabancılaşma kırılmasıdır aynı zamanda… Bütün kötülüklerin babası… Kadın toplayıcılık dönemi genetik özelliklerinden kaynaklı, insanlığın kolektif toplumsallaşması adına insanlığın üretmesinin önünü ilk kez tohumu, tarımı, tıp bilimini, mimarlığı vb. bularak sağlarken; avcı-savaşçı ataerkil toplumun ilk icadı canlı öldürme aletleri, ilkel silahlar olmuş; hayvanları öldürmek ile başlayan bu sorunsal, insanlık tarihinin tüketimine (bkz. Etin Cinsel Politikası, Carol J. Adams), insanlığın yabancılaşmasına, şiddetin icadına ve hegemonyaya ve en sonunda kendi aralarında da ‘iktidar’ savaşlarına neden olmuştur…
Kadınların toplayıcılık kültürünün aksine anti-komünal bir dizi toplum düzeni o günden bugüne kolonyal örgütlenme ile kurumsallık kazanmış; iskeleti ataerkil dönem olan düzen, milyarlarca yıl boyunca çeşitli adlar alsa da (çok tanrılı dönem, tek tanrılı dönem, feodalizm, krallık, faşizm, kapitalizm, emperyalizm, NATO vb.) özü ataerkinin, atalarının iktidarsız iktidar savaşlarıdır… Dünya ataerki tarihi günah çıkarmaya başlayacaksa buradan başlamalıdır…
Bugünkü rönesans devrimi görmüş estetik abidesi patriyarkal “kamu düzeni”, kamusal alanın adıdır ataerki; baba soyundan gelen başka bir adıyla patriyarka düzeni… Velhasıl erkek şiddetinin derin dehlizlerine kısa bir giriş yaptıktan sonra günümüz “modern” dünya’sının kadına yönelik şiddet çeşitlerini haydi gelin birlikte inceleyelim…
“Derinden Gelen Acı Dilsizdir, Sessizdir…”
Rengi seyyah’tır… Ziyaretgâhlar katarında…
Devamı gelecek…