Çarşamba, Kasım 19, 2025

Asli Mekân İkrarın Kendisidir: Alevilikte Dil ve Kimlik Felsefesi

İnsanın Sözü, İnancın Yolu

İnsan özne olarak varlığının farkına vardığı an, Dili ile bir bütünlüğe bürünür. Dil, sadece bir iletişim aracı değil, aynı zamanda öznenin kendilik bilincini kurduğu asli mekândır. Asli mekansa ikrarın kendisidir. Dil, “öteki”nin varlığını somutlaştıran en güçlü kanıttır. Ötekiyle kurulan iletişim ve ilişki, bireyin özne olduğunu ve kendini gerçekleştirdiğini gösteren temel eyleme dönüşür.

İnsan, toplumsal bir varlık olarak var olurken, konuşmaya evrildiği an, kendi benliğinin bir özne olduğunu fark eder ve kendini gerçekleştirme sürecini başlatır. Bu süreçte Dil, direnişin ve sürekliliğin taşıyıcısı olur. Geçmişi geleceğe aktararak, unutulmaya ve yok olmaya karşı kültürel bir direnç gösterir. Kendini gerçekleştiren özne, bu direniş içinde kimliğini inşa eder ve bu kimlik, insana dilin kendi varlık sebebi olduğunu hatırlatır.

Bir dilin mekanizması, anlaşılabilir ve var olabilme kapasitesini kazanmak için kök saldığı kültür ve inanç sistemleriyle şekillenir. İnanç, dilin anlam evrenini derinlemesine biçimlendiren kurucu bir unsurdur.

Hakk’ı Dilde, Canı Kâinatta Arama

Bedende inancın dile yansıması, toplumsal hafızayla bütünleşerek Alevi hakikatinde sözlü geleneğiyle devam etmiştir. Alevi yolunda, inanç dili Batıni yaklaşımlarla yoğrulur; bu, zahiri kurallardan çok, manevi ve mistik anlamlara odaklanmayı gerektirir. Günümüzde ise pek çok din ve inanç sistemi, dili kutsallaştırarak, kendi dilini biricik ve mutlak kabul etmiş; onu günlük yaşamın bağlamından uzaklaştırmıştır.

Buna karşın, ana dil ile yapılan ibadet, duygu dünyasında bir coşku ve yücelme hali yaratır. Alevilik ise sözlü geleneğiyle inancın dilini doğayla birleştirmiş ve Hakk’ın parçası olan kâinatı kendinden ayırmamıştır. Bu anlayışı, Suyun dahi bir canı olduğuna inanan Alevi canlar, “Can” kavramını kendinden sayarak hakikatle bütünleşmiş, inancın dilini “Can Can’a Birlik” (Vahdet-i Vücut) inancıyla iç içe geçirmiştir.

Bu felsefe, Seyyid Nesîmî gibi ulu ozanların deyişlerinde en radikal ifadesini bulur: Sûretim İncil midir,
Mânâda Kur’an mıdır?
Cismim sırr-ı Kibriya’dır,
Ol insana sığar, bil sen onu.
Dostun sırrını dilde ara,
Açılan her harfte ara.
Nesîmî’den sorarlar bu sırrı,

Der ki: Can içinde candır bu ten. İşte bu deyişler ve nefesler, inancımızın kalbi olan Cem Erkanlarında can bulur. Pirler, Dedeler ve Zâkirler, deyişleri sazın telleriyle makama dökerek, Hakk’ın sırrının uzakta değil, insanın kendi özünde saklı olduğunu canlara aktarır. Pirlerin deyişlerle inancı anlatması, hem bir ibadet hem de sözlü bir mektep işlevi görür.

Alevilikteki bu dil duruşu, aynı zamanda tarih boyunca süren bir kimlik ve direniş kavgasıdır. Egemen dillerin dayatmasına karşı, deyişlerin ve nefeslerin halkın diliyle söylenmesi, inancın halkın bağrından çıktığını gösterir. Baskı dönemlerinde de deyişler, açık anlamları dışında gizli şifreler taşıyarak inancı koruyan bir kalkan olmuştur.

Kürt Alevi Canlar için ise bu duruş, iki koldan verilen bir savaştır: Birincisi, dini dogmalara karşı Alevi öğretisini korumaktır. İkincisi, anadili Türkçe olmayan bizler için, Kürtçe gibi anadillerin ve sözlü kültürün de asimilasyon tehlikesine karşı deyişler ve hikâyeler aracılığıyla yaşatılması bir zorunluluktur. Bu durum, inancın kendi hakikatiyle olduğu kadar, dilsel ve etnik kimliğiyle de ayrılmaz bir bütün oluşturduğunu gösterir.

O yüzdendir ki, baskın dinler tarafından hakikatimizden koparılma, yok etme çabaları ve kutsal mekânlara yabancılaşma başlamıştır.

Ancak Alevi yolu, tüm bu çeşitliliğe rağmen şunu haykırır: Yol bir, sürek binbirdir!

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Yazarın Diğer Yazıları