Salı, Aralık 2, 2025

Alevi Toplumu Nereye?

Özellikle son dönemde sosyal medya platformları üzerinden birbirine hakaret eden, birbirlerini aşağılayan, birbirlerini tanımayan ve birbirlerinin hukukuna saygı duymayan cümleler ile kelimelerin havada uçuştuğu bir dönemden geçiyoruz. Alevilerin birbirlerine karşı gösterdiği bu kadar tahammülsüzlüğü, başka gruplara, başka kesimlere ve kendilerine saldıranlara karşı aynı ciddiyetle örgütleyemediklerini ve aynı kararlılıkla üzerine gidemediklerini görüyoruz.

Alevi hareketinin en başarılı çalışmalarından bir tanesi deprem döneminde yaşandı. Biz tüm yayınlarımız kesip, kesintisiz 40 gün boyunca deprem özel yayınlar yaptık. Bu süreç içerisinde tüm alanları, tüm hareketleri ve Alevi kurumlarının yapmış olduğu tüm çalışmaları takip etmeye çalıştık. Depremin ilk haberi geldiğinde, devlet ya da yardım kuruluşları bölgeye ulaşamamışken Avrupa’dan –Fransa’dan, Almanya’dan– giden gençler herkesten önce deprem bölgesine ulaştılar ve ellerinden geldiği kadar orada bir can ve nefes olmaya çalıştılar. Bu durum, Alevi gençlerinin örgütlü refleksinin ne kadar güçlü olabileceğini de bir kez daha gösterdi.

Biz de bu dönem içerisinde Alevi hareketinin dayanışmacı ruhunu ve elindeki kısıtlı imkânların bile nasıl devreye sokulduğunu gördük. Depreme mağduru Alevilerin yanı başında kendi kurumlarını görmüş olması büyük bir dayanışma, büyük bir birliktelik ruhu ve büyük bir güven yarattı. MARDEF’in çalışmaları, FEDA’nın çalışmaları, Alevi Birlikleri Federasyonu’nun ve Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu’nun yürüttüğü çalışmalar ile tek tek derneklerimizin yaptığı çalışmalar, örgütlülüğe ne kadar ihtiyaç duyduğumuzun ve bunun vazgeçilmez olduğunun açık bir resmi olarak önümüze koydu.

Ama ne yazık ki son dönemlerde bunun üzerinden yürütülen tartışmalar, bu çalışmaların gölgesinde verilen iktidar kavgaları ve iktidardakilerin kendi alanlarını koruma sevdaları, Alevi toplumuna daha derin bir acı yaşatıyor. Sizin umudunuzu bağladığınız, geleceğe dair bir şeyler yapmasını beklediğiniz kişilerin sosyal medyanın en dibinde birbirlerine laf yetiştirdiklerini ve Alevi değerlerini hiçe saydıklarını rahatlıkla görebiliyoruz. Bu da toplumda büyük bir hayal kırıklığı yaratıyor.

Eskiden beri Alevi hareketi içerisinde böyle tartışmalar olurdu. Bir dönemler –yanlış hatırlamıyorsam 90’ların sonları, 2000’lerin başı– AABF içerisinde yine tartışmalar yaşanmıştı. Zülfikar Yalçıkkaya o dönemlerde, sosyal medya yokken, fakslarla tüm derneklere ve medyaya açıklamalar gönderirdi. Yöneticilerin ekonomik çıkar sağladığına dair eleştiriler yapılırdı. Bu eleştirilerin muhataplarından biri de Turgut Öker’di. Tartışmalar üzerine toplantılar, paneller bile yapılmıştı.

Teknolojinin pahalı olduğu dönemlerde alınan küçük bir cihaz bile büyük tartışmalara neden olurdu. A3-A6 formatında baskı yapan pahalı bir makinenin alınması günlerce kavga konusu olmuştu. Kimisi bunun dinleme cihazı olduğunu iddia eder, kimisi ise verilen paranın akıbetini sorgulardı. Sonra Mozaik şirketi kuruldu, ticaretten anlamayan bir topluluk bu işi yürütemedi ve şirket battı. Yine aynı şekilde “kim yedi, ne yapıldı” tartışmaları sürdü.

Maraş’ta ve Terolar’da insanlar direnişe geçmişken, direnişin kendisi ve sonuçları konuşulacağına yardımların nereye gittiği üzerinden kavgalar yürütülüyordu. Alevi hareketi içerisinde olmaması gereken bu tartışmalar, olsa bile bu boyutuyla gündeme getirilmesi sadece birilerini dövmek için zaaf ve yanlışların kullanılması anlamına geliyor, bu da Alevi toplumuna hiçbir şey kazandırmadı ve kazandırmaz.

Hem bu iddiaların sahiplerinin hem de karşısında duranların durumu ciddiyetle ele alması gerekiyor. Bu öyle sokakta harcanacak veya Alevi toplumunun değerlerinin herhangi bir gerekçeyle kullanılacağı bir konu değildir. Bu kurumlar Alevilerin emekleriyle, gözyaşlarıyla yaratılmış kurumlardır, Madımak ve Gazi katliamlarının ardından oluşmuş kurumlardır. Dolayısıyla bu kurumlara daha ciddi yaklaşmak ve yaptıklarını daha ciddi değerlendirmek gerekir.

Alevi kurumlarında yürütülmesi gereken tartışma, “kim ne yedi, ne içti” değil, “Alevi toplumu için neyi örgütleyebildik, neyi örgütleyemedik?” tartışmasıdır. Bugün yürütülmesi gereken en temel meselelerden biri Suriye’de yürütülen katliamdır. Bu katliam karşısında Alevi örgütleri çaresiz kalmış ve beceriksizce hareket etmektedir. Tartışılması gereken budur. Bu katliam karşısında nasıl bir örgütlenme mümkündür? Hangi adımlar atılmalıdır?

Bizim konuşmamız gereken, Türkiye’de çocuklarımızın maruz kaldığı asimilasyon iken, biz bambaşka tartışmalarla oyalanıyoruz. Devlet tarafından kurulan Cem Evi Başkanlığı gibi oluşumların, gelecekte Alevi kurumlarını nasıl etkileyeceği ortadayken, biz bunun karşısında irade oluşturamazken kendi içimizdeki kavgaları merkeze yerleştiriyoruz.

Türkiye’nin geleceğinin tartışıldığı, “yeni yüzyıl” diye ifade edilen bir süreçten geçiyoruz. Bu süreçte Alevilerin esamesi okunmuyor. Bizimkiler ise “sen misin beni temsil eden, ben miyim seni temsil eden” kavgasında. Kusura bakmayın, devlet nezdinde, iktidar nezdinde ve gelecek yüzyıl tartışmalarında hiçbirimiz temsilci olarak görülmüyoruz. Alevilerin geleceğe dair beklentileri kimse tarafından konuşulmuyor.

Herkes gibi Aleviler de geleceğe dair beklentilerini güçlü biçimde ortaya koymalıdır. Bugün toplumsal işbirliğine baktığınızda, kendini ifade etmekte en zorlanan topluluklardan biri Alevilerdir. İktidar medyası yüzlerce televizyon ve dergi ile üzerimize baskı kurarken, muhalefet adı altında bizleri birileri avlarken, biz sanki bu baskı yetmiyormuş gibi kendi aramızda da “kim kiminçisi, kim hangi partiden” tartışmasına giriyoruz.

Alevilerin geleceğe dair umutlarını bu kavgalarla, bu çekişmelerle tüketmeyin. Alevi hareketi zaten zor ayakta duruyor. Bu yapıları daha güçlü kılmanın yolunu ve birlikte yürüyebileceğimiz yolları bulmamız gerekiyor. Ama ısrarla çatışmanın örgütlendirildiği, gerginliğin yükseltildiği ve birlikte hareket etme kültürünün yok edildiği bir sürece tanıklık etmek istemiyoruz.

Alevi hareketinin en zor dönemlerinde bile toplumdan bu kadar uzaklaşılmamıştı, tabandan bu kadar kopulmamıştı, Alevilik değerlerine bu kadar yabancılaşılmamıştı.

Bu nedenle tüm sorunlarımızı çözecek bir Alevi bakış açısının hepimizde egemen olması gerekir. Farklılıklarımız zenginliğimizdir. Alevilerin sorunlarını çözmek konusunda izlediğimiz yolların farklı olması bizi ayrıştırma gerekçesi haline getirmemelidir. Biz bu farklılıklarımızla zenginiz, bu farklılıklarımızla güçlüyüz. Aksi halde Yezid’in sofrasındaki, Muaviye’nin sofrasındaki insanlara dönüşürüz.

Bu nedenle herkesin kendine bir kez daha aynayı tutması ve “Benim çıkarım mı, yoksa toplumun çıkarı mı?” sorusunu vicdanıyla cevaplaması gerekiyor.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Yazarın Diğer Yazıları