Sosyal hayatın değişmez kuralıymış gibi Aleviler, Suriye’de ve Türkiye’de hatta bulundukları her coğrafyada sistemli ve sürekli olarak saldırılara maruz kalıyorlar. Üstelik bu saldırılar dönemsel, gelip geçici, özgül bir nedene bağlı saldırlar olarak değil, tam tersine sürekli ve sistemli olarak yapılan saldırılardır. Çünkü bu saldırılar Alevilerin inançlarına yönelik olarak yapılmaktadır. Bu nedenle söz konusu saldırıların amacı Aleviliği ve dolayısıyla Alevileri topyekûn yok etmektir.
Özellikle son bir yılı aşkın bir süredir Suriye’de Alevilere yönelik olarak yapılan saldırılar bu amaçla yapılan soykırım saldırılardır.
Aynı amaçla Türkiye ve Kürdistan’da yine Alevilere yönelik yoğun ve yer yer şiddet içeren saldırılar yapılmaktadır. Bu saldırılar bazen devletin kurumlarının asimilasyon dayatmalarıyla, bazen bir katliamcının Cemevlerine veya bir Alevi Can’a yönelik fiziki saldırısıyla, bazen de “Ak- İt Gazetesi gibi paçavraların 02. 12. 2025’de yaptığı provakatif haberleriyle yapılmaktadır. Bu gazete zaten Alevi düşmanlığını güncellemek, bu düşmanlığı yok edici bir provakasyona dönüştürmek için özel bir çaba sarfetmektedir.
Bütün bu çok yönlü, yaygın ve zorlayıcı saldırılara ve baskılara rağmen, ne yazık ki Alevilerin buna denk düşecek bir direnişi gerçekleşememektedir.
Alevilerin bu âtıl durumu son yüzyılın kronik sorunu olarak ortaya çıkmaktadır. Belirtilen süre boyunca Aleviler, 1600’lere kadar yaşadıkları direnişleri ve isyanları yaşamamışlardır.
Anlaşılan o ki 16. ve 17. yüzyıllara kadar Aleviler, genel olarak yok sayılmamışlardır. Bu durum Alevilerin kısmen daha rahat koşullarda varlıklarını ifade etmelerini ve gerçekleştirmelerini sağlamıştır. Veya şöyle söylenebilir. 17. yüzyıla kadar Aleviler, çatışarak da olsa, isyan ederek de olsa varlıklarını kabul ettirmişler ve legal olarak sürdürmüşlerdir.
Ancak bu tarihten sonra Alevilerin legal olarak kendi kimlikleriyle yaşamaları kolay olmamıştır. Bu tarihlerden sonra Aleviler, sürekli olarak gizli yaşamak zorunda kalmışlardır. Bu durum ise Alevilerin varlıklarını korumak ve sürdürmek konusundaki reflekslerini olumsuz etkilemiş gibi görünmektedir. Bu tarihe kadar baskılara karşı isyan eden, öz direniş yöntemleri geliştiren Aleviler, bu tarihlerden sonra daha çok saklanarak varlıklarını korumaya ve sürdürmeye yönelmişlerdir.
Bugünleri de etkileyen bu refleks değişmesinin sonucu olarak Aleviler, yapılan saldırılara ve baskılara karşı, tarihte yaptıkları gibi, güçlü, kitlesel ve silahlı karşı koyuşlar geliştirememektedirler. En azında Suriye’de, Türkiye ve Kürdistan’da gerçeklik bu şekilde yaşanmaktadır.
Suriye’de Türk devletinin desteğiyle DAİŞ’çi çetelerle HTŞ’nin yürüttüğü Alevilere yönelik soykırım saldırılarına karşı Alevilerin, aylarca yeterince güçlü bir öz savunma geliştirememelerinin nedeni bu olsa gerektir.
Bu saldırılar ilk başlarda bütün dünyanın gözlerine çakarcasına açıktan ve oldukça vahşice yapılmış, on binlerce Alevi katledilmiştir. Başta Alevi toplumu olmak üzere bölgenin ve dünyanın demokratik güçlerinin ortaya koyduğu tepkiden sonra bu saldırılar daha az görünecek şekilde, ama vahşetinde bir şey kaybetmeden sürdürülmüştür.
Buna karşı Arap Alevi toplumu hem bu türden saldırılara karşı hazırlıksız olduğu hem de örgütlü ve donanımlı olmadığı, ayrıca doğru bir bakış açısıyla soruna yaklaşmadığı için HTŞ’nin ve DAİŞ’çi çetelerin saldırılarına karşı koyamadı. Ancak hayatın gerçekleri onlara da kendisini kabul ettirdi. Zulme karşı korunmanın tek yolu öz savunmadır, direniştir.
Bir süre sonra bu gerçeklikten hareket eden Arap Alevi halkı, yapılan haksızlıklara karşı tavır almanın, soykırım saldırılarına karşı direnmenin ve örgütlenmenin yol ve yöntemlerini aramaya yönelmiştir. Bu arayışların sonucu olarak son dönemde öz savunmayı da kapsayan çeşitli düzeylerde örgütlülükler geliştirilmiştir.
Arap Alevi halkının son günlerde sokaklara inmesinin nedeni belirtilen bu gelişmelerdir. Alevi toplumunun direnme yönlü çabasının hayata ve sokağa yansımış olması anlamlı ve değerlidir.
Ancak Alevilerin soykırım saldırılarına karşı demokratik gösteri yapmasını bile kabul edemeyen HTŞ ve Türk devletinin desteklediği DAİŞ’çi çeteler tekrar Alevilere saldırmışlardır.
Bu gelişme üç gerçeği önümüze koymuştur.
Birincisi, Alevilik ve Aleviler, bütün egemen güçler için ve halen, sosyal-siyasal bir tehlike olarak kabul edilmektedir. Yıllar geçmekte, egemenler değişmekte ama Alevilere düşmanlık sürdürülmektedir. Bundan dolayı da bütün egemen güçler Alevileri, soykırım ve asimilasyon yöntemleriyle yok etmeye çalışmaktadırlar.
Buna göre Aleviler ya fiziken yok edilecekler veya asimile edilerek kimlik değiştirecekler, sessiz ve edilgen bir konumda kalacaklardır. Böylece bölgenin egemenlerini rahatsız eden Alevilik sorunu, çözülmüş olacaktır.
İkincisi, Alevilerin felsefi görüşlerinden ve inançlarından kaynaklanan, tarihten yaşanmış olan direnişçi özelliğinin değişim geçirdiği gerçekliğinin anlaşılması gerekmektedir. Aleviler, 17. yüz yıldan sonra adım- adım aktif direnişçi ve isyancı özelliklerinin yerine illegal yöntemlerle varlıklarını korumaya yönelmişlerdir. Esas asimilasyonun bu noktada çok etkili olduğu görülmektedir.
Bu durum o günden bugüne Alevilerin egemen güçlerin saldırılarına karşı, “öz savunma” veya “karşı saldırı” yöntemlerini, çok sık kullanmamış olmalarından görülmektedir. Bu realiteyi bilmek ve bunu değiştirmeye çalışmak başlı başına bir görev ve sorumluluktur.
Üçüncü olarak, Alevilere yönelik bu yok etme saldırılara karşı bölgenin etkin ve hâkim olan veya hâkim olmaya çalışan, ayrıca kendilerini demokrat olarak gösteren siyasal güçlerinden hiç birisi, herhangi bir önleyici, sınırlandırıcı, karşı koyucu tavır almamışlardır. Sanki demokrasi bütün ezilenler için geçerli değilmiş gibi. Bir yanda demokrasi ve özgürlük için mücadele edenler, terörist ilan edilirken, gerçekten terör uygulayarak Alevileri yok etmeye çalışanlara hiçbir şey söylenmemektedir. Bu yolla katliamcı ve soykırımcılara göz yumulmakta, onların kanlı icraatları desteklenmektedir.
Buna karşın sadece Kürt halkının siyasal kurumları açıktan, en kararlı ve net haliyle Alevilere yönelik saldırılara karşı tavır almışlar, bütün kurum, kuruluş ve güçleriyle Alevileri desteklemişlerdir. Bu tarihi gelişme bir destek olarak da önemli ve değerlidir. Ancak mevcut olgular birlikte düşünüldüğünde daha fazla önem arz etmektedir. Bilindiği gibi Aleviler ile Şafi Kürtler arasında aslında gerçekliği olmasa da etkili olan ve mezhep farklılığından kaynaklanan bir birbirlerinden “uzak durma hali” yaşanmaktadır. Bu gerçeklik, Alevi Kürtler ile Şafii Kürtler arasında birliği zorlaştıran bir rol oynamıştır. Etkileri az da olsa devam etmektedir.
Başta Rojava yönetimi olmak üzere Kürt siyasal kurumlarının Arap Alevi halkının mücadelesine verdiği bu destek, bu yönüyle daha da anlam kazanmaktadır.
Gerek Arap Alevileri ve gerekse diğer Alevi sürekleri, Suriye’de yapılan saldırılardan gerekli dersleri çıkartarak ya varlıklarını sürdürmenin yolunu bulmalı veya gerekli yolu açmalıdırlar.
Bu amaçla ilk olarak tarihsel, felsefi ve inançsal olarak sahip oldukları direnişçi özelliklerini yeniden kuşanmalıdırlar. Böylece başlatılacak olan direniş ve öz savunma yöntemleri daha ileri taşınmalıdır. Eşzamanlı olarak bütün Alevi dünyasıyla ortak hareket edebilecek yöntemlerin ve araçların geliştirilmesi önemli imkanlar yaratacaktır. Yine hiç beklenmeden Rojava ve diğer Kürt siyasal örgütleriyle daha ileri düzeyde ortak hareket etmenin yolları araştırılmalı ve bu yollar bulunmalıdır.
Böylece Aleviler, Suriye’de, Türkiye ve Kürdistan’da kendilerine yönelik saldırılara karşı örgütlenmelerini güçlendirerek cevap vermelidirler. Bu mümkündür ve bunun nesnel koşulları vardır. Yeter ki her sürekte Alevi toplumu, inançsal, felsefi ve tarihi gerçeklerine bağlı kalarak ve yapılan saldırılara “bir musibet bin nasihatten iyidir” diye bakarak iradesini güçlendirip mücadeleye devam etsin.
Nihayetinde sosyal bir topluluk olarak Alevilerin geleceği, zorba diktatörler tarafında belirlenmemelidir. Aleviler gelecekte, sosyal hayatın kanunlarıyla ve özgür bir toplum olarak kendi tercihleriyle var olmayı esas almalıdırlar.