Suriye’de tüm dünyanın gözünün önünde, insanlığın vicdanını derinden yaralayan ağır bir katliam yaşanmaktadır. Bu yaşananlar spontan bir şiddet değil; planlı, örgütlü, sistematik bir yok etme politikasıdır. İnsanlar topluca katledilmekte, diri diri yakılmakta, teslim olanlar infaz edilmektedir. Kadınlar kaçırılmakta, kaybedilmekte; işkenceye, tacize, tecavüze uğramaktadır. İnsanlar yurtlarından sürülmekte; evlerine, topraklarına ve hafızalarına el konulmaktadır.
Bu vahşet yalnızca Alevilerin yoğun olduğu sahil bölgeleriyle sınırlı değildir. Suriye’nin birçok şehrinde ve kırsalında aynı acımasızlıkla sürdürülmektedir. Arap Alevilerin kutsal mekânları, türbeleri, ziyaretgâhları bombalanmaktadır. Bu mekânlarda hizmet eden insanlar infaz edilmektedir. Düşmanlaştırıcı, aşağılayıcı, nefret yüklü söylemler Alevilere yaşam hakkı tanımamaktadır.
Bu yaşananların adı açıktır: Boğucu bir kuşatma biçiminde ilerleyen, insanlık suçudur. Suriye’deki Alevi katliamı, tarih boyunca biriktirilmiş nefretin, ötekileştirmenin ve inanç temelli düşmanlığın en çıplak tezahürüdür.
Bu saldırılar yalnızca Suriye’de yaşayan Alevilere değil; Türkiye’de ve dünyanın dört bir yanında yaşayan Alevi topluluklarına da büyük bir acı ve endişe yaşatmaktadır. Çünkü biz bu coğrafyanın hafızasına kazınmış acıların tanığıyız.
Bu katliamı meşrulaştırmak amacıyla kullanılan “BAAS artığı” gibi ifadeler, hakikatin çarpıtılmasından başka bir anlam taşımamaktadır. Geçmişin siyasal hatalarının faturası Alevilere çıkarılamaz, çıkarılmamalıdır. Alevileri suçlayan her söylem, bu katliama zemin hazırlamakta; fay hatlarını aktifleştirmekte ve vahşeti meşrulaştırmaktadır.
Daha vahimi ise şudur: Suriye’de Alevilere yönelik yürütülen bu yok etme politikasının, ülkemizde de belirli çevrelerce karşılık bulduğunu acı bir şekilde görmekteyiz. Sosyal medyada Alevilere yönelik nefret söylemi, hedef gösterme girişimleri, katliam çağrıları büyük bir hızla artmaktadır.
Bu nedenle soruyoruz: Şam yönetimiyle yoğun diplomatik temaslarda bulunan Türkiye, Suriye’deki bu katliam karşısında neden sessizdir? Bu sessizlik bir onay anlamına mı gelmektedir? Alevilerin katledilmesini çağrıştıran paylaşımlarla ilgili neden etkin soruşturmalar başlatılmamaktadır? Neden nefret söylemi ve şiddete teşvik edenler korunmakta ya da görmezden gelinmektedir?
Biz Aleviler; Koçgiri’den Dersim’e, Maraş’tan Çorum’a ve Sivas’a uzanan acı bir tarihin evlatlarıyız. Zorunlu göçlerin, sürgünlerin, sistematik asimilasyon politikalarının muhataplarıyız. Bu nedenle biliyoruz ki bugün kullanılan söylemler, yapılan hedef göstermeler tesadüf değildir. Bu söylemler bir uyarı, bir mesaj niteliğindedir.
Suriye’deki Alevi katliamının Türkiye’de meşrulaştırılması, alkışlanması veya cezasız bırakılması; ülkemizdeki tarihsel nefretin köklerini bir kez daha görünür kılmaktadır. Bu nefret yalnızca Alevileri değil; bu ülkenin barışını, demokrasisini, birlikte yaşama iradesini tehdit etmektedir.
Bu nedenle bir kez daha altını çizmek istiyorum: Alevilere yönelik nefret, ayrımcılık ve katliam; bu toprakların en derin, en çok görmezden gelinen adaletsizliklerinden biridir. Bu adaletsizlik giderilmeden Türkiye’de kalıcı barışın sağlanması mümkün değildir.
Acil olarak atılması gereken adımlar şunlardır:
-
Hükümetin, Suriye’de Alevilere yönelik katliamın durdurulması için derhal diplomatik girişim başlatması,
-
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden oluşturulacak bir heyetin bölgeye giderek yerinde inceleme yapması,
-
Arap Alevilerin görünürlüğünün artırılması ve haklarının korunması için etkin diplomatik mekanizmaların işletilmesi,
-
Alevilere yönelik nefret söylemi, hedef gösterme ve şiddete teşvik içeriğine karşı etkin soruşturmaların açılması,
-
Alevileri tanımlamaya, dönüştürmeye, kontrol altına almaya yönelik tüm asimilasyon politikalarından vazgeçilmesi,
-
Tüm inanç grupları arasında eşitlik, adalet ve karşılıklı güvene dayalı bir ilişkinin inşa edilmesi gerekmektedir.
Bugün Suriye’de Alevilere yönelik yürütülen bu yok etme politikası bizlere bir kez daha göstermiştir ki; hakikatle yüzleşmeden, adaleti sağlamadan, eşitliği toplumsal bir güvence altına almadan bu ülkeye barış gelmeyecektir.
Alevi toplumu, yüzyıllardır yaşadığı acılara rağmen hâlâ barıştan, adaletten, insanlık onurundan yana olmaktan vazgeçmeyecektir. Nerede bir insan katlediliyorsa, nerede insanlık onuru ayaklar altına alınıyorsa; Aleviler orada olmaya devam edecektir.
Ve herkes bilmelidir ki, biz kendi hakikatimizden vazgeçmeyeceğiz. Nefretin ve ayrımcılığın karşısında eğilmeyeceğiz. Yetmiş iki milletin kardeşliği temelinde barışı, adaleti ve birlikte yaşamı inşa etmeye kararlıyız.
Aşk ile.