Garip Dede Vakfı (GADEV) Alevi Akademisi tarafından düzenlenen “100. Yılında Tekke ve Zaviyeler Kanunu ve Aleviler” konferansı, Alevi-Bektaşi hafızasının önemli kırılma noktalarını ele aldı. Konferansın moderatörlüğünü üstlenen Hatice Uzun, ilk sunumu gerçekleştiren Dr. Gözde Orhan’ın Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan süreçte Alevi-Bektaşi inancının devlet politikalarıyla ilişkisini tarihsel bir çerçevede değerlendirdiğini aktardı.
Dr. Orhan, 1826 yılında kaldırılan Yeniçeri Ocağı ile Bektaşi Tarikatı arasındaki ilişkiye vurgu yaparak, bu durumun devletin Bektaşi inancına yönelik tutumunu nasıl şekillendirdiğini açıkladı. 16. yüzyılda Kızılbaşlara yönelik şiddet sarmalının, 19. yüzyılda devlet şiddetine dönüşmesiyle Alevi-Bektaşi topluluklarının maruz kaldığı baskıları anlattı. Bu süreç, Alevi-Bektaşi topluluklarının devlet tarafından sistematik bir dışlama ve şiddet politikası ile karşılaştığını gözler önüne serdi.
Cumhuriyet’in kuruluş döneminde Mustafa Kemal Atatürk’ün Alevi ve Bektaşi ileri gelenleriyle kurduğu temasları da aktaran Orhan, Tekke ve Zaviyeler Kanunu’nun kabulü sürecinde mecliste ciddi bir muhalefet yaşanmadığını belirtti. Bu kanunun yürürlüğe girmesiyle birlikte Hacıbektaş Dergâhı’nın son postnişini Salih Niyazi Dedebaba’nın yaşadığı zorluklar, inanç özgürlüğü açısından önemli bir örnek teşkil etmektedir.
12 Eylül askeri darbesi sonrası devletin din politikalarının Türk-İslam sentezi ekseninde yeniden şekillendiğini ifade eden Orhan, bu süreçte Alevi-Bektaşi topluluklarının maruz kaldığı ayrımcılığın daha da derinleştiğini vurguladı. 28 Şubat sürecinde Tekke ve Zaviyeler Kanunu’nun yeniden devreye sokulması, Alevi açılım süreçlerinde ve eşit yurttaşlık taleplerinde büyük bir engel teşkil etti.
Yazar Mahsuni Gül ise “Tekke ve Zaviyeler Kanununun Hacı Bektaş Dergahına yansımaları” başlığında dergahın yağmalanan demirbaşları hakkında önemli bilgiler paylaştı. 1925’te tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla birlikte unvanların yasaklanması ve dergahların eşyalarının satılması, Alevi inancına yönelik sistematik bir saldırının parçası olarak değerlendirilmektedir. Gül’ün aktardıkları, bu durumun planlı bir biçimde gerçekleştirildiğini ortaya koyuyor.