Çarşamba, Aralık 17, 2025

Devletin Alevi Çarkı Yeniden Dönüyor

Uzun süredir Alevilere dönük yürütülen siyaset, Alevilerin öz taleplerine yanıt üretmekten çok, onları belirli siyasal kalıplara sıkıştırmayı hedefleyen bir çizgide ilerliyor. Alevilerin kendi kimliğiyle, kendi talepleriyle, demokrasi güçleriyle yan yana gelme ihtimali her güçlendiğinde, devlet aklı devreye giriyor ve bu süreci dağıtacak hamleler geliştiriyor.

Bugün yaşadığımız tartışmalar, yalnızca güncel polemikler değildir. Bu tartışmalar aynı zamanda Alevi hareketinin önümüzdeki dönem hangi yönde ilerleyeceğine dair bir yol ayrımını da ifade ediyor. Farklı çevrelerden, farklı aktörlerden çeşitli yaklaşımlar gündeme getiriliyor. Ancak dikkatle bakıldığında, bu yaklaşımların önemli bir bölümünün geçmişten tanıdık olduğunu görmek zor değil. Alevileri denetim altında tutmaya dönük, onları kendi öz mücadele dinamiklerinden koparmayı amaçlayan siyaset, bugün yeni yüzlerle, yeni söylemlerle yeniden üretiliyor.

Artık ilişkiler gizlenemiyor. Kim kiminle yan yana duruyor, kim hangi politik hattın sözcülüğünü üstleniyor, hangi anda hangi refleksler devreye sokuluyor, bunların tamamı açık biçimde ortada. O nedenle sosyal medya, bu dönemi anlamak açısından önemli bir veri alanı sunuyor.

Türkiye kendisini “yeni bir yüzyıl”a girdiği söylemiyle tanımlıyor. Önümüzdeki yüz yılın planları yapılıyor. Peki bu planlamanın içinde Kürtler nerede duracak? Aleviler bu planın neresinde yer alacak? Bu sorular yalnızca Alevilerin ya da Kürtlerin değil, demokrasi mücadelesi yürüten herkesin sorması gereken sorular.

Demokrasi güçlerinin ortaklaşmasını engellemek, taleplerini birleşik bir hatta ifade etmesinin önüne geçmek için devletin çok yönlü bir hazırlık içinde olduğunu söylemek abartı değildir. Demokrasi blokunu zayıflatmaya dönük adımlar, hem kurumsal düzeyde hem de toplumsal alanda eş zamanlı olarak atılmaktadır.

Bu süreçte Aleviler içinden de belirli isimlerin ve çevrelerin özellikle öne çıkarıldığını görüyoruz. Alevi hareketi ne zaman demokrasi güçleriyle yan yana gelmeye başlasa, ne zaman kendi taleplerini yüksek sesle dile getirse, hemen bir saldırı, bir manevra ya da bir siyasal yönlendirme devreye sokuluyor.

1990’lı yılları hatırlayalım. Alevi hareketi kendi adıyla örgütlenmeye başlamıştı. Demokrasi güçleriyle ilişkiler gelişiyor, Aleviler taleplerini açık biçimde ifade ediyordu. Bu durum, Türkiye’nin demokratikleşmesi açısından da önemli bir potansiyel barındırıyordu. Devlet bu sürece Sivas Katliamı ile yanıt verdi.

Sivas Katliamı sıradan bir olay değildi. Demokrasi güçlerinin ortaklaşmasının önüne geçmeyi hedefleyen açık bir devlet organizasyonuydu. O dönem Kürt siyasetinin de yükseldiği bir dönemdi. Alevileri korku iklimi içine sokarak bu yükselişin önü kesilmek istendi. Katliam herkesin gözü önünde gerçekleşti ve sonrasında yaşanan cezasızlık politikası bu organizasyonun devlet karakterini daha da görünür kıldı.

Türkiye Cumhuriyeti’nin geçmişine baktığımızda yaşanan tüm katliamların benzer bir mantıkla hayata geçirildiğini görüyoruz. Gerekçeler ne olursa olsun, bu olayların arkasında devlet aklı vardır. Sivas Katliamı da Alevilerin demokrasi güçleri ve Kürt özgürlük mücadelesiyle bütünleşmesini engelleme hamlesiydi.

Katliam sürecinde devlet yetkililerinin tutumu, saldırganlara açılan alan, güvenlik güçlerinin seyirci kalışı ve sonrasında faillerin korunması, Aleviler üzerinde derin bir korku yaratmayı amaçladı. Bu korku, medya aracılığıyla tüm topluma yayıldı. Aynı yöntem sonraki yıllarda da defalarca uygulandı.

Bu korku siyasetiyle Alevi hareketi yeniden CHP eksenine çekildi. 1990’larda atılan bu adım, Alevi hareketinin demokrasi güçlerinden ve Kürt özgürlük mücadelesinden uzaklaştırılmasını kolaylaştırdı. Oysa Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan bu yana hiçbir zaman gerçek anlamda laik bir devlet olmadı.

Laiklik anayasal bir ifade olarak yer aldı, ancak Diyanet İşleri Başkanlığı gibi bir kurumla fiilen ortadan kaldırıldı. 1925’ten bugüne tekçi bir inanç anlayışı devlet eliyle dayatıldı. Sünni-Hanefi mezhebi esas alındı, diğer tüm inançlar yok sayıldı.

Buna rağmen Alevilere sürekli olarak “Türkiye laiktir, laik kalacak” sloganları attırıldı. Aynı şekilde “İran’a gidin”, “Mollalar İran’a” gibi sloganlarla gerçek sorumlular gizlenmeye çalışıldı. Oysa Alevilere yönelik katliamların yaşandığı tüm bölgelerde hâkim mezhep devletin mezhebi olan Sünni-Hanefilikti.

Amaç açıktı. Bir yandan Ortadoğu’daki İran karşıtlığı üzerinden konumlanmak, diğer yandan Alevileri ulusalcı-Kemalist çizgide CHP etrafında toplamak. Bu politika belirli ölçüde başarılı da oldu. Ancak yıllar geçtikçe CHP’nin ve devletin Alevilere gerçek bir çözüm sunmadığı daha net görüldü.

2000’li yıllardan itibaren Aleviler devleti ve birlikte yol yürüdükleri siyasal yapıları sorgulamaya başladı. Demokrasi güçlerine ve Kürt özgürlük mücadelesine kapılar yeniden açıldı. CHP ve Deniz Baykal çetesi teşhir oldu. Aleviler EDP etrafında toplanma girişimi başlattı. EDP kuruluşunu ilan ettikten ksıa bir süre sonra CHP Genel Başkanı Alevi Kemal Kılıçdaroğlu oldu. Ve EDP’nin etrafında toplanalar soluğu tekrar CHP’de aldılar. Bu devletin dönemsel olarak organzie ettiği bir operasyondu.

Son seçim sürecinde Alevi hareketinin demokrasi güçleriyle kurduğu açık ittifak, devletin bütün düğmelere basmasına yol açtı. Daha önce ortalıkta görünmeyen birçok kişi bir anda “Alevilik uzmanı” kesildi. Alevilik adına konuşarak demokrasi güçlerine saldıran, Kürtlerle Alevileri karşı karşıya getirmeye çalışan bir propaganda süreci başlatıldı.

Amaç nettir. Alevileri yeniden konsolide etmek, siyasal İslam korkusu üzerinden CHP’ye mahkûm etmek ve devletin kurucu ideolojisi etrafında yeniden toplamaktır. Bu nedenle bugün “Devletin Alevi Çarkı yeniden dönüyor” diyoruz.

Elbette herkes fikirlerini ifade edebilir, eleştirilerini dile getirebilir. Ancak burada özgür bir tartışmadan çok, bilinçli olarak kışkırtılan bir gerilim ve çatışma ortamı yaratılmak istenmektedir. Sosyal medya paylaşımları bu gerçeği açık biçimde ortaya koymaktadır.

Alevilik bir pazar haline getirilmektedir. Dün Alevilerle hiçbir bağı olmayanlar bugün Alevilik adına konuşmakta, Alevi mücadelesi verenleri sorgulama hakkını kendilerinde görmektedir. Bu durum tesadüf değildir, planlı ve örgütlüdür.

Aleviler şunu çok net görmelidir. Kim Alevileri demokrasi ve özgürlük mücadelesinden koparmaya çalışıyorsa, arkasında mutlaka örgütlü bir devlet aklı vardır. Bu aklın hedefi, Aleviliğin öz değerlerini aşındırmak ve yok etmektir.

Son yüz yıla dönüp bakıldığında kaybedilen kültürel değerler ortadadır. Osmanlı döneminde baskılara rağmen ayakta kalan Alevilik, Cumhuriyet döneminde asimilasyon politikalarıyla ciddi biçimde tahrip edilmiştir. Bugün Sivas’ta, Maraş’ta, Dersim’de kaç Alevi kaldığı sorusu bu gerçeği açıkça göstermektedir.

Aleviler, ne ulusalcıların ne de siyasal İslamcıların arkasına sığınmak zorundadır. Hak varsa, mücadele de vardır. Alevilik, pazarlanacak, ticareti yapılacak bir alan değildir. Bu değerler çocuklarımıza bırakacağımız mirastır.

Bu nedenle çocuklarımızın savaş politikalarında, işgalci politikalarda kullanılmasına karşı çıkmak zorundayız. Kıbrıs’ta, Suriye’de, Irak’ta, Libya’da, Azerbaycan’da neden öldüğümüzü sormak zorundayız.

Tüm baskılara rağmen Alevi toplumu varlığını sürdürecektir. Kimsenin Alevilik pazarında tüccarlık yapmasına izin verilmeyecektir.

Şimdilik bu kadar…

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Yazarın Diğer Yazıları