Her yıl kışın eşiğine girildiği günlerde develer gelirdi köye. Yılda bir defa gelirdi. Tuz satılırdı develerle. Çocuklar ilk kez görüyorlardı böyle bir yarattığı. Bildikleri hayvanların hiçbirisine benzemiyorlardı. Develerin gelişiyle köy yeri adeta panayıra dönerdi. Alırdı çocukları bir neşe, bir telaş, bir heyecan… Fır dönerlerdi develerin etrafında. Öyle fır dönmeleri sadece develeri görme merakından değildi birde tüy yolmalıydılar develerden. Devecilere çaktırmadan avuç avuç tüy yoluyorlardı. Sonra yolunan tüyler tükürükle ıslatılıp, el ve ayakla sıkıştırılıp top yapılıyordu.
‘’Tope Ço’’ oyunu, deve tüyünden yapılan toplarla daha bir güzel oynanırdı. Tope Ço, zevkli, heyacanlı, çekişmeli bir oyun. Amerikalıların Beyzbol’una benzeyen bir oyun.
Birde ille deve sidiğiyle ellerini ovacaklardı. Her bahar ellerinin üzerinde ‘’Ballükler’’ çıkardı çocukların… Dolardı ellerinin üzeri ballüklerle… Ballük, nohut büyüklüğünde, çirkin iğrendiren bir tür siğil. Yaygın inanışa göre kurbağa öldürenlerin, ya da daha çok kurbağalarla oynuyanların ellerinde çıkardı ballükler… İnanışa göre deve sidiğiyle eller ovulursa bir daha ballük çıkmaz mış. İnanmışlardı çocuklar bu tür bir inanca. Bu yüzden develerin çiş yapmasını kolluyorlardı. Gözler ayrılmazdı develerin apış aralarından; pür dikkat. Başladı mı deve çiş yapmaya, hep birden ok gibi fırlıyorlardı devenin kıçının dibine. İtişe kalkışa ovuyorlardı devenin sidiğiyle ellerini…
Gelecek bahar artık ballüklar çıkmayacaktı…
**
Giysileri tek bir fistandı çocukların… Çok tez kirlanirdı fistan. En çok da sümükten kirlanirdi. Soğuk havalarda daha çok akardı çocukların burunları; su gibi… Başa çıkmak zor. Böyle havalarda sümükleri fistanın yeni ile silmek bir başka kolayına gelirdi çocukların… Kollar kurgulanmış gibi, durmadan burunlara gidip gelirdi. Fistanın yeni kurumuş sümükten kirli deriye dönerdi.
Kışın eşiğine gelindiği günlerden bir gün, anası Köro’nun Faistanını yıkamış, sıkarak suyunu çıkarmış, kurumaya bırakmıştı. Köroro yatakta, fistan’ın kurumasını bekliyor. Lakin aklı dışarıda, oyunda…
Bulutlar güneşi kucaklamış, köyün üzerinde yuvarlana yuvarlana akıp gidiyorlardı. Gökyüzü kurşun gibi, hava donmaya gebe. Köro yatakta fistanın kurumasını bekliyor. Fistan daha kurumaya bile bırakılmamış, karşısında yuvarlak tahtanın üzerinde kıvrılmış kalın bir bir yılan gibi duruyordu.
Derken Köro’nun arkadaşı Ali, ok gibi daldı içeriye. ‘‘Köro, Köro dava hatın, dava hatın!’’ (develer geldi, develer geldi) dedi ve kayboldu. Köro, develerin geldiğini duydu, artık duramazdı. Kurumaya bırakılan ıslak fistanı kaptığı gibi dalına geçirdi. Islak fistan Köro’nun sıcacık bedenine yapıştı. Köro, ürperdiğini bile his etmedi. Start alan bir koşucu gibi develerin geldiği yöne koştu. Koştukça ıslak fistan kamçı gibi çarpıyordu bacaklarına. Köro, yalınayaktı, koşarken yere değil, sanki peynire basıyordu.
Bir iki koşu tuturdu develer’in etrafında… Tüy yolacaktı, deve sidiğiyle ellerini ovacaktı. Durmadan fır dönüyordu develerin etrafında. Koştukça develerin etrafında, soğuk işliyordu fistan’ın dokularına. Çok geçmedi, soğuğun zülmüne daha fazla Dayanamayan fistan donarak yılan gibi sardı Köro’nun çelimsiz bedenini… O, daha top yapacak kadar tüy toplamamıştı. Ellerine de daha deve sidiği değmemişti. Kolluyordu devenin çiş yapmasını…
Mamo, köyün afili delikanlılarındandı. Sol kulağının üstüne eğdiği şapkasının altında Köro’yu izliyordu. Köro’nun titrediğini gördü. Hızla koştu yakaladı.
**
Anası Pupuş, okşar gibi arada bir elinin tersiyle Köro’nun alnına dokunarak ateşini yokluyordu. Her dokunuşta, ‘’oyy. oyy daşavtiye, daşavtiye’’ (yanıyor, yanıyor) diyordu. Köro kaç derece ateşle yatıyordu? Otuz, kırk, kırk bir… Bilmek ne mümkün… Köro’nun sayıklaması durdu. Dudağının kenarında minik bir kan lekesi vardı. Pupuş, Köro’nun ateşini düşürmek için kağıt inceliğinde kesilmiş çiğ patatesleri alnına dizerken gözlerinden inen yaşlar burnun ucundan Köro’nun çıplak göğsüne damla damla düşüyor, sonra dağılıp sönüyorlardı.
Pupuş çileliydi; beş çocukla dul kalmıştı. kocası Saydo Toros’larda kömür torluğunda ölürken Köro henüz üç aylıktı. Saydo, bedenini toprağa, çileyi ve çağaları Pupuş’a emanet etmişti.
Köyün eke Anası Pape Huri, Köro’nun ateşine yokluyordu. Yüzünü yapıştırdı Köro’nun yüzüne… Köro’nun nefesi alev gibi yaladı yüzünü. Huri, korku ifade eden bir çığlıkla , ‘‘Amannn, Lavık daşavtiye…!’’ (oğlan yanıyor,) dedi, ‘‘çalaca Kistik’ liyi çağırın.’’
Kistik’li Doktor Mamad, askerliğini sıhhiye eri olarak yapmıştı. Hekimlik pratiğini orda öğrenmişti. Hasta muayene ediyor, iğne yapıyor, ateş düşürücü ilaçlar veriyordu. Yörede hastaların kurtuluş umudu Doktor Mahmad idi. At sırtında bir o köye bir bu köye koşardı; Hızır gibi… Köyünün ismiyle anılırdı: Kistikli Doktor.
Kistik köyü, Köro’nun köyüne hızlı bir yürüşle yarım saatlık bir uzaklıktaydı. Köro’nun ikinci büyüğü Raşo, Pape Hüri’yi duydu. Bir koşu tuturdu Kistik’e… Doktor evdeydi, Reşo sevindi, Köro kurtulacaktı.
Doktor Mamad, telaşsız oturdu Köro’nun yatağının kenarına. Ağıta hazır, ağıtçılar hep birden burunlarını çekerek sessizliğe çekildiler. Hüzünlü bir sessizlik esti yüzlere… Doktor, şapkasını çıkarıp bir kenara bıraktı. Sonra siyah tombul çantasını açtı, içinde bir şey alacakmış gibi yokladı, lakin eli boş döndü. Sağ kulağını Köro’nun göğsüne dayadı, sonra çevirip sırtına dayadı, uzun uzun dinledi. Köro’ya öksür demiyordu. Köro’nun göğsüne ve sırtına fiskeler vuruyordu. Umuda tutulu Pupuş, ‘‘Mamad’’ diyordu ‘‘Mamad kurbanın olayım kurtar çağamı.’’ Doktor Mamad, Köro’nun karnına sırtına bir iki fiske daha vurdu, sonra gözlerinden akan çaresizliği gizlemeden ‘‘bu çocuğu derhal şehire, hastahaneye yetiştirin’’ dedi.
Pupuş’un umudu yıkıldı. Torosları ve Saydo’yu anıladı, inleyerek güç anlaşılır bir sesle ‘‘Saydo’’ dedi ‘‘Saydo, emanetin geliyor…‘’
**
Develer gideli çok olmuştu. Bahar, kışı ötelemiş çayırlar toprağı henüz örtmüştü. Çocuklar Tope Ço oynuyorlardı. Köro’nun oyundaki yerini arkadaşı Ali almıştı.