Dr. Mustafa Peköz Sendika.org’daki yazısında Demokrasi güçlerine karşı parlamento darbesini yazdı. Peköz; “HDP’ye yönelik gerçekleşen parlamento darbesinin ciddi bir etkisi olmayacağı gibi, tersten demokrasi mücadelesinin güçlendirilmesi bakımından çok daha güçlü olanaklar yarattığı söylenebilir” diyor.
Türkiye’de son birkaç haftadır ciddi politik gelişmeler yaşanıyor. AKP içerisinde Davutoğlu’na yönelik gerçekleştirilen darbeden sonra, AKP’nin önderliğinde MHP ve CHP’nin aktif desteğiyle parlamentoda ikinci bir darbe gerçekleştirildi. Bu iki yönelim birlikte ele alındığında Türkiye’nin nereye doğru gittiğine dair çok daha somut bir fikir edinebiliriz. Erdoğan’ın Davutoğlu’nu tasfiyesiyle başlayan ve parlamentoda HDP’nin tasfiye edilmesiyle devam eden süreç, Türkiye’nin politik geleceği bakımından önemli veriler sunuyor. Artık darbeleri askerden beklemeye gerek yok. Küresel kapitalist sistemde demokrasi ve özgürlükler karşıtı darbe türleri oldukça fazlalaşmış bulunuyor.
HDP’nin tasfiyesi bir devlet politikası olarak kabul gördüğü için sistemin parlamentodaki üç partisi tarafından aktif olarak desteklendi. Bu bakımdan Erdoğan’ın Davutoğlu’na karşı gerçekleştirmiş olduğu darbe, sistemin kendi iç krizi veya darbesi olarak görülebilir. Parlamentoda AKP-MHP-CHP ittifakına dayanan HDP’ye yönelik gerçekleştirilen darbe ise doğrudan rejimin geleceğiyle ilişkilidir. Bu bakımdan Türkiye’nin karşı karşıya olduğu yapısal sorunlar bilince çıkartılmadan Saray ve parlamento darbelerinin nedenleri yeterince anlaşılamaz.
Sorunlar karşısında çözüm basireti gösteremeyen ve hemen her alanda yürütülen politikaların başarısızlıkla sonuçlanması, devletin çok önemli oranda işlevsizleştiğini ve tıkandığını gösteriyor. Rejimin yönetememe krizi çok daha belirgin olarak ortaya çıkıyor. Böylesi özel süreçlerde sisteme muhalif olan güçlerin tasfiyesi özellikle ön plana çıkarılır. Öncelikli olarak toplumun muhalif güçlerini etkileyen kesimlerini etkisizleştirmeye yönelirler.
Parlamentoda Kürt merkezli bütün demokratik muhalif güçlere karşı kurulan açık bir ittifak var. Devletin savaş ittifakı dediğimiz politikasının parlamentodaki temsilcileri AKP-MHP-CHP üçlüsüdür. Bunlar arasında bir kısım küçük farklılıklar olmasına rağmen devletin stratejik çıkarları için bütünlüklü hareket etme kabiliyetini gösterebilmektedirler. Aksi takdirde varlıklarını devam ettirme şansları olmaz.
Devletin stratejik krizinin politik yansıması parlamentodur. İktidar partisi AKP kendi başbakanına, genel başkanına darbe yapıyor. Partinin kurumsal kimliği hiçbir şekilde hesaba katılmaksızın başbakan da, bakanlar da, cumhurbaşkanı tarafından atanıyor. Böylelikle tek kişilik yönetim ve iktidar gücü çok daha belirgin hale gelmiş bulunuyor.
MHP, çok ciddi bir iç kriz yaşıyor. Seçim yenilgisi MHP’nin iç dinamiklerini çok daha belirginleştirdi ve saflaşma netleşmiş bulunuyor. Artık farklı grupları temsil eden ve hatta aralarında şiddet içerikli çatışmayı da yaşayacak olan ülkücü grupları göreceğiz. Çözülme sürecinde olan MHP’deki etkisini sürdürmek isteyen Bahçeli, AKP’nin desteğiyle ayakta kalıyor. Bunun karşılığı olarak diyet borcunu da ödüyor. Dik başlı görünen Bahçeli, uslu koyun gibi Erdoğan karşısında hazır ol vaziyetinde bulunuyor.
Halen kendisini çöküş sürecine giren kokuşmuş rejimin bekçisi gören CHP, politik kriz dönemlerin yoğunlaştığı her kritik dönemde devletçi kimliğini ön plana çıkartmaya devam ediyor. Parlamento darbesinin Erdoğan’ın başkanlık hesaplarını güçlendirdiği bilinmesine rağmen özellikle CHP tarafından desteklenmiş olması, devletin stratejik çıkarları ve rejimin varlık yokluk sorunu yaşamasıyla doğrudan ilişkilidir. CHP, Kürt sorununa yaklaşımı HDP’ye yönelik izlenen tasfiye politikasına tam destek vermesiyle çok daha belirginleşti.
Bugün de birbirinin kopyası olan ve parlamentoda cirit atan üç partinin hedefinde HDP’nin olması bir tesadüf olmayıp artık dikiş tutmayan rejimin darbelerle ayakta tutma çabalarıdır. Bu çabaların etkili olmaması bir yana, politik olarak her üçünün de aynı safta yer almış olmaları yürütülen savaş politikalarına verilen desteğin bir sonucudur.
Politik, askeri ve ekonomik bakımdan tahmin edilenin çok ötesinde büyük sorunlarla karşı karşıya olan bir devlet gerçeği karışımızda duruyor. Politik çözülme sürecini çok yönlü yaşayan, bölgesel ve uluslararası ilişkilerde kaybeden bir devlet var. Bölgesel dengelerin dışına düşmüş, kendi çalan kendi oynayan bir konuma gelmiş olan rejimin bölgesel savaş kışkırtıcılığı, uluslararası alanda başını çok daha ciddi olarak ağrıtacak gibi görünüyor. Süreklileşen ekonomik kriz, toplumun bütün katmanlarını kontrol altına almış bulunuyor. Krizin ertelenmesi veya örtbas edilmesi artık söz konusu değil. Davutoglu darbesiyle avro yeniden 3.40 civarına çıktı. Bundan sonra çok daha artacak gibi görünüyor. Savaş politikasına yönelen Türkiye’nin ekonomik dengeleri tahmin edilenden çok daha fazla kırılgan ve güvensiz bir konumda duruyor. Bu dezavantajlara paralel olarak HDP’lilere yönelik başlatılan tasfiye hareketinin politik istikrarsızlığı derinleştirmesine yol açacağı, bunun da ekonomiye yansımalarının beklenilenden çok daha fazla olacağı açıktır.
Çökme noktasına gelen rejimin yeniden yapılandırılması bir türlü organize edilemiyor. Rejimin üzerinde şekillendiği kurumsal yapıların iflas ettiği, toplumsal ve politik gelişmelerin çok gerisinde kaldığı herkesin kabul ettiği bir realitedir. Artık hiçbir özelliği ve işlevi kalmamış olan parlamenter rejimin yerine neyin konulacağı konusunda da sistem içi güçler arasında belli bir farklılaşma bulunuyor.
Politik gücü kendisinde somutlaştırmak isteyen olan Erdoğan, AKP’yi bütünüyle kendisine bağlı hale getirecek tarzda dizayn ederken, Kürtlere karşı savaşı merkeze alarak hem askeri güçlerdeki ittifakı belirlemek hem de CHP-MHP dengesini kendi lehine kullanmak istiyor. Cumhurbaşkanının ısrarla, HDP’lilerin parlamentodan atılmasını ve yargılanmalarının önünün açılmasını gündemde tutarak CHP ve MHP’yi baskı altında tutması, Milli Güvenlik Kurulu’nda çıkan kararların uygulattırılmasının bir parçasıdır. Bu bakımdan Bahçeli ve Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’a boyun eğmesi, devletin belirlemiş olduğu politikaların bir parçasıdır.
Devlet krizini çıkarları için kullanmak isteyen Erdoğan, kendisine sadık Yıldırım’ı başbakan yaparak önemli bir adım attı. Ancak en önemli hamlesi, HDP’lilere yönelik başlatılan savaşın politik lideri haline gelerek stratejik ittifaklarını güçlendirmeye çalışmasıdır. Böylelikle oluşturmaya çalıştığı dengelerde kendi geleceğini süreklileştirmeyi esas alıyor. Genelkurmay, MHP ve CHP’nin en zayıf halkasının Kürt sorunu olduğunu biliyor. Milliyetçi ve ırkçı politikaları esas alan bu üçlü üzerinde bir denge oluşturmak için Kürtlere karşı topyekun bir savaşın lideri olarak birkaç adım öne çıkıyor.
HDP’yi tasfiyeye yönelmelerinin ana unsuru, HDP’nin milyonları arkasına almış örgütlü bir güç olmasıdır. Bu güç çok zor koşullarda parlamentoda ses getiriyor, devletin özellikle kirli savaş politikalarını deşifre ediyor. Bu bakımdan HDP milletvekillerinin tutuklanmasına gerekçe oluşturulması esasen Kürtlere karşı başlatılan savaşı stratejik çıkarları için kullanmasıdır. HDP’nin tasfiyesine yönelik izlenen politika, Kürtlere karşı yürütülen çok yönlü savaşın önemli bir halkasını oluşturuyor. Yaklaşık 5 milyon kişinin oy verdiği HDP’nin toplumsal tabanı yaklaşık olarak 12-14 milyondur. Bunların çok önemli bir kesimini Kürtler oluşturuyor. Bu bakımdan Sur’da, Nusaybin’de, Yüksekova’da yürütülen savaş ile parlamentoda HDP’ye karşı yürütülen savaş aynı nitelikte ve düzeydedir.
Dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla tarihin tekerrür edileceği mesajı verilmek isteniyor. Ancak 22 yıl önce Orhan Doğan’lara, Leyla Zana’lara karşı yapılan tasfiye operasyonlarının benzerinin yeniden gündemleştirilmesi sanıldığı gibi kolay değil. Ne uluslararası politik ilişkiler, ne Kürtlerin elde ettiği politik güç ve denge bunu izin verir. HDP’ye yönelik gerçekleşen parlamento darbesinin ciddi bir etkisi olmayacağı gibi, tersten demokrasi mücadelesinin güçlendirilmesi bakımından çok daha güçlü olanaklar yarattığı söylenebilir.
HDP yöneticilerinin yaptığı açıklamalarda görüleceği gibi HDP için mücadelenin esası bundan sonra başlıyor. Parlamento darbesini işlevsizleştirmek ve tersten bir mücadeleye dönüştürmek için yapılması gerekenler üzerine birkaç öneri sunmakta yarar var.
HDP’ye yönelik gerçekleştirilen darbeye uluslararası alanda ve özellikle büyük küresel güçlerde önemli bir tepkinin oluştuğu ve oluşacağı çok açıktır. Bu kararın uluslararası ilişkilerde yansıması oldukça fazla olacaktır. Bu bakımdan uluslararası tepkinin çok yönlü örgütlendirilmesi ve toplumsal-politik alarak güçlü bir baskıya dönüştürülmesini sağlamak gerek. Özellikle vizesiz seyahatin tartışıldığı AB ülkelerinde güçlü ve sürekliliği olacak politik-diplomatik ilişkiler üzerinde özel olarak durulması gerekiyor. Devletlerin Ankara’daki büyükelçileriyle ilişkilerin kurulması önemsenmelidir. Aynı şekilde Avrupa’nın demokratik kamuoyunu harekete geçirilmesine özellikle ihtiyaç var.
HDP milletvekillerinin parlamento binasını, demokratik tepkinin örgütlendirildiği bir merkez haline getirmeleri önemlidir. Gerektiğinde parlamento binası 24 saat kullanılarak demokratik tepkinin merkezi haline getirilmelidir. Sivil toplum örgütlerinin toplumsal mücadelenin örgütlendirilmesinde önemli bir rol üstlenilmesi sağlanmalıdır. Demokratik kitle hareketlerinin örgütlendirilmesi, 5 milyon seçmenin oy verdiği bir partiye karşı başlatılan savaşın insanlığa karşı yürütülen bir savaş olduğu vurgusu ön plana çıkartılmalıdır. Türkiye’nin 81 ilinden eş zamanlı olarak Ankara’ya HDP’yi sahiplenme yürüyüşü yapılması önemli bir ses getirir. Burada önemli olan HDP’ye ve vekillerine yönelik yapılan saldırının, demokrasi mücadelesini yönelik bir saldırı olduğu, dikta rejimini kurmanın bir aracı haline getirilmek istenildiğini çok yalın bir şekilde topluma anlatmaktır. Aydınların, akademisyenlerin, yazarların, sanatçıların, sivil toplum temsilcilerin içerisinde yer aldığı destek eylemleri yapılmasının hem uluslararası hem de iç kamuoyu bakımından yararlı olacağı kesindir.
HDP, yaşama geçirilen çok yönlü savaş politikasıyla tasfiye edilmek isteniyor. Ancak bu silahın ters tepeceğine dair çok sayıda veri var. Önemli olan güçlü ve bilinçli bir karşı koyuşu örgütlemektir. HDP, parlamento darbesini ciddi bir şekilde örgütlü ve politik bir avantaja dönüştürebilir. Oy potansiyelini yeniden yüzde 15’in üzerine çıkarması sürpriz sayılmaz. AKP’ye oy veren muhafazakar Kürt kitlesinin HDP’ye yönelmesi oldukça yüksek bir olasıdır. CHP’ye oy veren Alevi kitlesinin kopuşu çok daha üst düzeyde artar. Ayrıca demokratik ve laik bir toplumdan yana olan kitlenin kazanılması için olanaklar oluşmuş durumda. Bu bakımdan hiçbir grupsal çıkar hesabı yapılmadan demokrasi güçlerine yönelik saldırılarda en geniş birliklere ihtiyaç olduğu herkesin gördüğü ve arzuladığı bir durum.
Ankara’da kalmak mutlak bir zorunluluk değil. Politik yaşam Ankara’ya göre örgütlendirilmez ancak politik dengeler ve ilişkiler bakımından gerekli. Böylesi bir dönemde Ankara’da kalıp, toplumsal dinamikleri örgütlemek gereklidir. Bu bakımdan HDP yönetimi ve vekilleri bu dönemi, tarihsel bir fırsata dönüştürme imkanına sahiptirler. Kurumsal yapısını oturmuş çok yönlü örgütsel ağları oluşturarak, parlamento darbesi, demokrasi direnişine/mücadelesini dönüştürülebilir. HDP yöneticileri önderlik gücünü konuşturmayı başardıklarında toplumun farklı katmanlarını çok daha fazla etkileyeceklerdir. Başta HDP’yi temsil eden milletvekilleri olmak üzere tabandan tavana kadar örgütlü gücü oluşturmak başarının esasıdır. Önemli olan istemektir.