Yüzyıllık politika çökmeye mahkûm

Kongra Gel Eş Başkanı Remzi Kartal ile tecridi, seçimleri ve bölgesel gelişmeleri konuştuk. Kartal, “AKP’nin elinde tek bir şey kalmış; o da saldırı ve savaş. Erdoğan’ın elinde kalan saldırılardır. Türkiye toplumu, Kurdistan, öngörülü olmalı, hazırlıklı olmalı ki bu konseptleri de boşa çıkarabilsin” dedi

Nezahat Doğan – Pazartesi Söyleşisi

Türkiye, siyasal ve toplumsal olarak tarihsel bir süreci yaşıyor. Devletin aciz durumda kaldığı deprem felaketinde toplumsal seferberlik ve dayanışma deprem bölgesinin tek gücü olurken, iktidar hız kesmeden baskı ve savaş politikalarını dürdürüyor. KCK’nin deprem felaketi sonrasında aldığı eylemsizlik kararı, AKP-MHP iktidarı tarafından, kararın ertesi günü Rojava’ya, Doğu ve Kuzey Suriye’ye yapılan saldırılarla karşılık buldu. Federe Kurdistan’a yönelik saldırlar da durmadı.
Ekonomik ve siyasal alanda büyük bir çöküşün yaşandığı Türkiye’de Erdoğan’ın seçim öncesi bir başarı hikâyesi piarı yapabilmek umuduyla ve Putin’in desteğiyle Esad ile görüşme planı da suya düştü. Diğer taraftan bölgede Kürtlerin ulusal birliği için Bafıl Talabani’nin yaptığı açıklamalar gündemde önemli bir yer buldu.
Seçim yaklaşırken Türkiye’de bir tarafta AKP-MHP iktidarının tekçi, otoriter, militarist, şiddet ve savaşa dayalı, kadını toplumsal olarak yok sayan, ataerkil baskı rejimi; diğer tarafta demokrasi, adalet, hukuk, eşit yurttaşlık ve barış isteyen demokrasi güçleri arasındaki keskin ayrım net olarak ortaya çıktı.
Tüm bu gelişmeleri, seçim öncesi Kongra Gel Eş Başkanı Remzi Kartal ile konuştuk. Kartal’ın “AKP-MHP ve devlet sistemi çöktü. Devlet Sayın Abdullah Öcalan ile görüşüyor ama istediği sonucu alamadığı için tecridi sürdürüyor” vurgusu dikkat çekti.

  • Türkiye’de yaşanan ağır deprem felaketinin ardından KCK eylemsizlik kararını açıkladı. Deprem ve eylemsizlik kararından sonra Kuzey ve Doğu Suriye’ye operasyonlar devam etti. Bu ne anlam ifade ediyordu?

Bu çağrının, esas muhatabı olan Kürt ve Türk kamuoyu açısından olumlu bir etkisi oldu. Tabi ki çok ağır bir deprem yaşandı. Depreme karşı hiçbir tedbir almayan iktidar ve devlet politikası felaketin daha da ağırlaşmasına neden oldu. Depremin ağır tablosu karşısında KCK Yürütme Konseyi’nin halka karşı duyduğu sorumluluk çerçevesinde eylemsizlik kararı alması çok önemliydi. Bu karar siyasi zeminlerde ve her tarafta etkili oldu.

  • Eylemsizlik kararı uluslararası alanda nasıl algılandı ve nasıl bir etki yarattı?

Uluslararası alanda da oldukça etkili oldu. Konuyla ilgili taraflar ve ülkeler bize bu kararın çok önemli olduğunu, yerinde ve zamanında bir karar olduğunu ve çok değerli olduğunu ifade ettiler. Bunun süreç açısından da tüm taraflara ve özellikle devlete bir fırsat yarattığını belirttiler.

  • Devlet bu fırsatı değerlendirebildi mi?

Deprem büyük bir yıkımdı. Bu hükümet ve devlet açısından da çok zorlayıcı bir tabloydu. Aynı zamanda eğer değerlendirebilselerdi onlar için bir fırsattı. Bunu söyleyen uluslararası ilişkilerdeki bazı çevreler. Ama hükümet ve devlet sürece farklı bir pencereden baktığı için bu eylemsizlik kararına yönelik olumlu yaklaşımları olmadı. Zaten KCK Yürütme Konseyi de kararı böyle bir beklenti içerisinde almamıştı. Halka yönelik insani, vicdani ve ahlaki sorumluluğundan dolayı böyle bir karar aldı. Ama hükümet de hiç şaşırtmadı! Kararın hemen ertesi günü hem Rojava’da, gerilla alanlarında saldırılarla karşılık verdi. Eylemsizlik kararına karşılık AKP-MHP hükümeti bilinen politikalarını sürdürdü.

  • Kürt sorununun çözümüne uluslararası dengeler açısından baktığımızda, özellikle Kuzey ve Doğu Suriye’ye saldırılar karşısında Rusya’nın duruşu ve İran faktörü, diğer taraftan Esad’ın Rusya’ya gidişi ve Erdoğan’ın da o görüşme içerisinde olma ihtimali önümüzdeki sürece dair ne gösteriyor?

AKP-MHP hükümetinin özellikle Kürt sorununda ve genelde de Türkiye’de demokrasi, insan hakları gibi toplumun temel sorunlarına çözüm olacak konularda herhangi bir adım atması söz konusu değil. Şu anda bu alanda yapabilecekleri olumlu bir şey yok. AKP’nin elinde tek bir şey kalmış; o da saldırı ve savaş. Önümüzdeki seçimlere yönelik olarak da, bölgesel politikalar açısından da savaş eksenli sonuç almaya kilitlenmiş yüz yıllık devlet politikasının günümüzdeki temsilcisi AKP-MHP hükümetidir. Onun için de bütün varlığını ve gücünü buna yönelik politikalara yoğunlaştırıyor. Türkiye’nin bu politikaları Rusya için büyük bir fırsat. Çünkü aynı şekilde Ukrayna savaşında uluslararası ilişkiler açısından kuşatılmış bir Rusya ve Putin söz konusu. Putin ile Erdoğan karşılıklı olarak birbirlerine dört elle sarılmış durumda. Putin dışarı açılımında Erdoğan’ı nefes borusu olarak kullanmak istiyor. Tabi Erdoğan da bu kadar sıkıştığı bir süreçte, özellikle de seçim sürecinde Putin üzerinden Suriye’de bir açılım, bir kazanım ve seçimlere yansıyacak bir gelişme elde etmek istiyor.

  • Moskova’daki görüşme neden ertelendi?

Çünkü bir anlaşma olmadı. Beşar Esad bu konuda bir tutum belirledi; Türkiye’nin Suriye’de işgal ettiği bütün alanlardan geri çekilmedikçe böyle bir görüşmeyi yapamayacağını, çekilmesi halinde de böyle bir görüşmeye hazır olduğunu söyledi. Bu konuda esas uzlaşma Erdoğan ve Putin arasında. Tabi ikisinin ortak kazancı var ama buna karşılık Esad da kendi kazanımlarını masaya sürdü. Şu an kamuoyuna yansıyan bu çalışmaların ertelendiğidir ve ne zamana olacağına, nasıl olacağına ilişkin de belirsizlik söz konusu.

  • Peki bölgesel yeni gelişmeler de var onların etkisi nedir? Erdoğan’ın seçimlerde savaş politikalarını sürdürmesi devam eder mi? Seçime dönük süreci nasıl görüyorsunuz?

Çin’in geliştirdiği bölgesel politikalar var; İran ve Suudi Arabistan arasındaki yeni gelişmeler Çin üzerinden gerçekleşiyor. Türkiye, Şam, Suriye, Rusya ilişkilerinde bölgede bir değişim havası ve arayışı söz konusu. Bunlar Amerika, NATO, AB politikaları açısından da önemli. Olaylara bütünlük çerçevesinden bakıldığında seçim arifesinde Erdoğan’ın artık kuzeyde elde edebileceği bir şey yok. Baskı politikalarıyla hem HDP düzeyinde hem bütün muhalefet alanında tutuklayabileceği herkesi tutuklatmış; gerillaya yönelik gerçekleştirdiği saldırı konseptinden sonuç alamamış. Özellikle sekiz yıldır yeni savaş doktrini ile gerillayı kendilerince tasfiye etme politikası sonuçsuz kaldı. Siyasi alanda HDP’ye ve Kürt halkına geri adım attırma, baskı kurma politikaları sonuç almadı. Tam aksine, HDP hem Kürdistan hem Türkiye’de siyaseten belirleyici bir düzeye geldi. Yürütülen politikalar Türkiye ekonomisini bitirdi, cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi Türkiye’yi uluslararası piyasa ekonomisinden kopardı. Savaşı finanse etmek, sistemi yürütebilmek için de kapıları kara para ve mafyaya açtılar. Şu anda Türkiye’de piyasaya hâkim olan, sisteme hâkim olan bunlar.

Çok önemli bir şey Kemal Kılıçdaroğlu tarafından söylendi: Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran parti, devlet konseptinin kurucu gücü, Kürt sorununda da kurucu güç CHP’nin genel başkanı Kılıçdaroğlu, bugünkü siyasi tabloda bu hükümetin devleti ve her şeyi mafyaya teslim ettiğini ve mafyaya açtığını söylüyor. Mafya tamamen sisteme egemen ve mafyadan gelen parayla da bu savaşı finanse ediyorlar.

  • Bu kadar açıklıkla ifade edilen bu değerlendirme neden önemli?

Çünkü bu parti yakın zamana kadar devletin 2014’den itibaren geliştirdiği çökertme planının içindeydi. Devlet politikası çerçevesinde bu süreci hep birlikte getirdiler. HDP’ye yönelik dokunulmazlıkların kaldırılması, Irak ve Suriye’ye yönelik sınır dışı operasyonlar ve bütün temel politikalarda, devlet politikası çerçevesinde beraberdiler. Ama şimdi büyük bir çatışma içerisindeler. Bu nedir? Bu artık Türkiye’nin geldiği boyuttur. Bu konseptle Kürt sorununu çözme, onların ifade ettiği tırnak içinde söyleyeyim “terörü halletme”; bunlar boşa çıktı. Tamamen çökertmek isterken devleti çöküş noktasına getirdiler. O devlet politikalarını ifade eden devlet partileri arasında şu anda bir kopuş, bir ayrışma var. Devletin blok siyasetinde bir kopuş ve ayrışma var, bu çok önemli.

  • Devlet partileri arasındaki bu kopuş ve ayrışmayı ne yarattı?

Bunu yaratan Kürdistan özgürlük mücadelesidir. Türkiye demokrasi güçleri, bir bütün olarak birlikte yürüttüğü mücadele ile bu politikaları sonuçsuz bıraktılar. Şu anda Erdoğan böyle bir ortamda seçime gidiyor ve yapabileceği bir şey de yok. Türkiye’de kuzeyde ne yapabilir? Özel savaş, paramiliter güçler, mafya güçleri… Bu tür saldırılar olabilir. Rojava’ya yönelik bir şeyler yapabilirim dedi ama işte Amerika, Rusya, NATO ayrışmasından dolayı sıkışıp durdu. Şimdi de Putin üzerinden bir şeyler yapmak istiyor ama o da durdu, yürümüyor. Erdoğan’ın yapabileceği elinde kalan saldırılardır. Türkiye toplumu, Kürdistan, siyasi alanda ve her alanda böyle bir tablo konusunda öngörülü olmalı, hazırlıklı olmalı ki bu konseptleri de boşa çıkarabilsin. Türkiye’nin iç siyasetinde seçimlere giderken HDP kilit yerde duruyor, Üçüncü yol olarak.

  • Dört parçada çözüm doğrudan diğer bölgeleri de etkileyecek. PKK Lideri Abdullah Öcalan Kürtlerin bütünlüğü için 82 anlaşmasına yeniden dönülmesinin altını çizmişti. Bafıl Talabani’den de birlik mesajı geldi. Oradaki birliktelik ve güç birliği nasıl sağlanır?

Bafıl Talabani’nin çağrısı süreç açısından önemli. Şu anda Kürt sorununda en temel sorun, bölgesel ve uluslararası güçlerden önce birinci derecede ulusal birliktir. Özellikle sömürgeci devletlerin Kürt halkına yönelik yürüttükleri topyekûn çökertme politikalarında Kürt partilerinden birisinin -ki bu KDP’dir- bu politikaların bir parçası olması Kürt halkı açısından ve bölgesel bütün çözümler açısından büyük bir sorun. Bunun aşılması için Bafıl Talabani’nin yaptığı çağrı aynı zamanda KDP’ye yaptığı çağrıdır. “KDP gelsin bu sorunları birlikte çözelim, KDP gelsin birlikte Kürt sorununun çözümünde Türkiye’de birlikte, devlet ile PKK arasındaki sorunların çözümünde diyalogda rol oynayalım.” Bunlar önemli mesajlardı. Biz, hareket olarak bize ve üzerimize düşen neyse bu konuda rolümüzü oynayacağız. KNK gibi ulusal birlik kurumları da gerekli çalışmaları yürütüyorlar.

  • Peki Kürt sorunun çözümü bölgede nasıl bir sonuç doğurur?

Türkiye kamuoyuna, bütün siyasi partilere, ilgili çevrelere geldiğimiz süreci çok iyi anlatmalıyız. Bu süreç sadece Kürtlerle ilgili değil, başta Kürtler, Türkler, bütün bölge ve dünya halklarıyla ilgili… Sürecin demokrasiyle, özgürlükle taçlandırılması halinde, bunun Türkiye toplumuna getirisi anlatılmalı, kazandıracakları anlatılmalı. Bölünme fobisi, bu milliyetçi faşist sistem, İttihat Terakkici mantık ve zihniyet Türkiye’yi politikalarıyla perişan etti. Oysa Kürt sorununun çözümü; demokrasi ve özgürlükle taçlandırılacak bu süreç Türkiye toplumunu bütün bölgede ve bütün dünyada büyütecek.
Türkiye’deki Kürt sorununun çözümü bütün bölge ülkelerinde Kürtler birleşecek meselesi değil, mesele şu anda devletle Kürtler büyümüyor. Ama demokrasiyle, toplumsal sistemlerle, toplum büyüyor. Depremde gördük, tekçi devlet sistemi çöktü, bu enkazın altında kaldı ama toplumsal dayanışma ve direniş nasıl büyük bir gelişme yarattı.

  • Bu toplumsal dayanışma ve örgütlenme bir kırılma noktasıydı… Güç ve umut mu verdi?

Şüphesiz! Onun için tekçi sistem ne Türk’e, ne Kürde, ne Araba, kimseye kazandırmıyor. İşte Rojava, demokratik toplumsal bir sistem… Kürtler, Asuri, Süryani, Ermini, Araplar ve herkes bir arada, eşit temsilde. Kimsenin diğerlerinin inancıyla, mezhebiyle, diliyle bir sorunu ve karşıtlığı yok. Türkiye’de demokratik değişimle Kürt sorununun çözümü ile bu tekçi sistemden kurtularak Türkiye toplumunun ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel nasıl büyüyeceği, nasıl çekim merkezi olacağı Türkiye toplumu bileşenlerine anlatılmalı. Medya, siyasi partiler, sivil toplum, kadın hareketi bu konuda çok büyük rol üstlenmeli. Şu anda JIN JIYAN AZADI öncülüğünde İran’da Kürt kadınları; Azeri, Arap, Fars, hepsi bir arada, devletin yarattığı o tekçi zihniyetler karşısında milliyetçi duvarları kırıp aşarak; duygusuyla, kadın kalbiyle ve öngörüsüyle bütünleşiyor, büyük bir zihniyet değişimi ve dönüşümü yaratıyor. Türkiye’de de Kürt, Türk ve diğer halkların, kadınların bu konuda çok etkili olacakları süreç bu süreçtir. Bu süreç faşizmin çökertilmesi, demokratikleşme, İmralı kapılarının kırılması ve açılması sürecidir. Kürt Halk Önderimiz Abdullah Öcalan’ın düşüncelerinin Türkiye toplumuna açık net ulaşması bu süreci çok hızlı şekilde geliştirecek bir olgudur. Onun için aşkla, heyecanla herkes seferber olmalıdır.

  • İmralı’nın kapılarının açılmasının bu sürece çok büyük katkı vereceğini belirttiniz. Kapıların açılması yönünde bir çözümün olabileceğini düşünüyor musunuz?

Şu anda AKP’nin bütün gücüyle Sayın Abdullah Öcalan üzerinde baskı kurduğunu düşünüyoruz.

  • Devlet Abdullah Öcalan ile görüşüyor mu?

Özgün görüşmelerle kendince ikna etme, -daha önce İstanbul seçimlerinde benzer olduğu gibi- kendince bir mesaj alma girişimi olabilir. Ancak büyük bir baskı uyguladığını tahmin ediyoruz. Sayın Abdullah Öcalan bunlara direniyor. Çünkü büyük öngörüsü ile bütün sürecin nasıl geliştiğini, Türkiye toplumunun nasıl dönüştüğünü, Türkiye’deki devlet sisteminin nasıl bir süreç içinde olduğunu biliyor, görüyor. Bu açıdan tabi ki AKP-MHP gerçekten samimi bir çözüm açılımı içinde olsalar Sayın Öcalan bunlara yanıt verir; “Şu parti, bu parti, dün bunu yaptınız” diye bakmaz. Bütün bunlar devlet politikası, biz devleti değiştirip dönüştürmek mücadelesi yürütüyoruz. AKP-MHP’nin çözüm eksenli bir açılım içerisinde olmayacağını, çözüm eksenli bir açılım olmayınca da Başkanın onların istediklerini yapma pozisyonunda olmadığını biliyoruz. Şunu bilmeliyiz; şu anda Millet İttifakı da Cumhur İttifakı ile büyük bir mücadele içerisinde ama onlar da Kürt sorununun çözülmesi, İmralı kapılarının açılması konusundan çok uzaklar.

Şu andaki devlet rejiminin artık kendisini sürdürebilir olmaktan çıktığını görüyoruz. Tam bir çöküş süreci. Şu andaki mücadelenin güçlü ve çatışmalı olmasının sebebi de o. Yani yeni gelecek sistem mevcut tabloyu sürdüremez. Hatta şunu da ilave edeyim: AKP-MHP bile kazansa, “bile diyorum”, bu tabloyu bu şekilde sürdürebilme şansına sahip değil artık. Türkiye bu kadar büyük ekonomik enkazla, Kürt sorununda yürütülen başarısız devlet politikalarıyla bu şekilde kendisini sürdüremez. Onun için kim olursa olsun, seçimlerden sonra gelecek iktidarı çok ağır bir yük bekliyor. Kim olursa olsun, seçimden sonra hem yürütülen siyasal askeri politikalar, hem de ekonomik-toplumsal politikalar konusunda Başkan açılım ve değişim sürecinde olmak zorunda. Bizi, Kürdistan Özgürlük Mücadelesi ile bağlı olan demokrasi güçlerini görmek zorundalar. Bu temelde bizler hem toplumsal zihniyeti, hem de devlet sistemini değiştiren güç pozisyonundayız. Millet İttifakı da gelse onları zorlama, değiştirme, dönüştürme mücadelesi içerisinde olacağız. Bunlara kendimizi hazırlamalıyız. Bu değişim zorunluluğu içerisinde de mutlak suretle İmralı’ya başvurma, kapılarını açma zorunluluğu vardır. Bu devlet sistemi -partileri ayırmadan – imkânları olduğu sürece bugüne kadar yaptığı gibi Kürt sorunundaki bu politikalarını sürdürmek ister. Ama şimdi sürdüremiyor. Artık büyük bir tıkanma yaşıyor. Biz diyoruz ki; devletin geldiği bu noktada eski politikalarla kendisini sürdürebilme şansı yoktur.

***

Önder Apo ile Amed’de kucaklaşmak

Remzi Kartal’ın derdi ne?

Önder Apo ile Amed’de kucaklaşmak. Bu sürecin olmazsa olmaz koşulu. Bu sürecin geliştirilmesinde Sayın Abdullah Öcalan’ın doğrudan sürecin içinde olması, doğrudan çözüm konusunda rolünü oynaması gerekiyor. Çünkü Türkiye devletinin bu sorunların çözümü için savaşı durdurması gerekiyor. Hem savaş, hem çatışma ve böyle büyük bir yük ile Türkiye’nin bu sorunları çözme şansı yok. O yüzden İmralı kapılarının açılması gerekiyor. Önder Apo ile diyalogun olması ve sürecin geliştirilmesi gerekiyor. 2013’te devlet savaşa hazırlanmak için bir süreç geliştirdi. Fakat şimdi gelinen süreçte zaman kazanma yok… Bu on yıllık süreçte savaşı geliştirmek için ne lazımsa yaptılar fakat sonuç alamadılar. Önümüzdeki süreç artık değişim-dönüşüm sürecidir. Müzakerelerin ve bu diyalogun geliştirilmesi sürecinde Sayın Öcalan’ın doğrudan bu müzakerelerin içinde olması ve muhatap alınması zorunludur. Onu muhatap almayacak hiçbir süreç ve hiçbir gelişme içinde olmayacağız, olamayız, olmayız. Çünkü inandırıcı olmaz. Böyle bir tarihi bir süreçteyiz, onun için buluşacağız, kucaklaşacağız. Amaç Türkiye halkalarının gerçek demokratik bir sisteme kavuşmasıdır. Bu bütün dünya ve bölge ülkelerine örnek olacak çözüm açılımıdır.

#Yüzyıllık #politika #çökmeye #mahkûm

EN SON EKLENENLER