Özerk Yönetim DAİŞ’in işlediği suçları değerlendirecek. Şimdiye kadar böylesi bir yargılama olmadı. Kuşkusuz birçok farklı ülkelerde DAİŞ militanları yargılanmış olabilirler. Hatta bazı devletler ‘terör örgütü üyesi olma veya yardım yataklık etme’ suçlamasıyla ceza bile verdiler. Ancak bu cezalar adli cezalar olmanın ötesine geçmedi
Herdem Fırat
Birkaç gün önce ajanslarda Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimin yabancı devletlerin vatandaşı olan DAİŞ militanlarını halk önünde yargılama kararı alındığına ilişkin bir haber geçti. Belki gündemin yoğunluğundan dolayıdır ki bu haber istenilen düzeyde ilgi görmedi. Ya da ben yeterince takip etmedim. Ama şunu söyleyeyim ki haberi duyduğum zaman büyük bir heyecan duydum. Rojava özellikle DAİŞ’e karşı verdiği savaşta büyük bir başarı ortaya koydu. Onlarca devletin bir araya gelip geriletemediği zalim DAİŞ’e büyük bir yenilgi yaşattı. Bununla da kalmayıp farklı topluluklar, halklar ve inançlar ile birlikte kurduğu özyönetim modeli ile çölde açan bir vaha misali Ortadoğu ve dünyada özgürce yaşama umut oldu. Ne var ki çevresindeki devletler, özellikle Türkiye bir taraftan saldırılar yaparak bir taraftan da ambargolar uygulayarak yeni umudu daha doğmadan boğmaya çalıştı, halen de saldırıların hedefi konumundadır. Türkiye, DAİŞ’ten kurtarılıp, halk yönetimlerinin ilan edildiği birçok yere saldırılar düzenledi. Paramiliter yapı ve çetelerle buraları işgal etti. İşgal edilen yerlerde neredeyse her gün insanlık dışı muameleler yapılıyor. Tüm saldılara rağmen Özerk Yönetim ayakta kalmayı başardı ve şimdi onlarca devletin yapmaktan çekindiği şeyi yapmaya karar verdi.
Özerk Yönetim açısından bu kararın alınmış olması çok önemli. Sonucun ne olacağını kestirmek zor. Ama bu karar, Özerk Yönetim’in kendine olan güvenini ortaya koyması ve meşruiyeti açısından ele alınması gereken bir karar. Her gün onlarca top atışı ve hava saldırılarına rağmen binlerce DAİŞ’liyi yargılaması Özerk Yönetim’in kurumlaştığının da bir göstergesi. Beni esas heyecanlandıran kısım ise yüzyıllar sonra Kürt halkının öncülük ettiği bir yönetimin ‘kendisine ve dolayısıyla insanlığa karşı işlenen suçları yargılayacak’ olmasıdır. Kuşkusuz DAİŞ sadece Kürt halkına karşı suç işlemedi ama hedef ve konum itibariyle DAİŞ’in şiddetine en çok maruz kalan Kürt halkı oldu. Son iki yüzyıldır Kürt halkının çekmediği acı kalmadı. Maruz kalmadığı kırım-katliam kalmadı. Ama şimdi kendisine karşı işlenen suçları halk önünde, kendi mahkemelerinde yargılayacak. Bunun sonuçları her açıdan önemli olacak.
2. Dünya Savaşı’ndan sonra Nazi rejiminin işlediği suçlar Nürnberg’de uluslararası bir mahkemede yargılandı. Yüzlerce kişi bu mahkemelerde yargılandı. Mahkeme esas olarak Yahudilere karşı işlenen suçlardan ziyade -insanlığa karşı işlenen suçlar yerine- savaş suçlarını ele aldı. Çünkü bu askeri bir mahkemeydi. Yahudilere karşı işlenen suçların konusu tek tek diğer devletlerin ilgili mahkemelerine bırakıldı. Daha sonra Nazi rejimi ile işbirliği yapan tüm devletlerde, işbirliği yapan devlet görevlileri yargılandılar. Sonuç olarak birçok yerde ‘Yahudi soykırımı’ tanındı ve devlet buna göre tazminat ödemeye mahkum edildi. Ne var ki belki de hiçbiri SS subaylarından Adolf Eichmann’ın yargılaması kadar yankı uyandırmadı. Eichmann, Yahudi soykırımında, Yahudilerin transfer, taşınma ve göçlerini düzenleyen birimin başındaydı. Yani Yahudileri ölüme gönderen birimin başındaydı. Eichmann, savaş sonrasında sahte pasaportla önce İtalya sonra da Arjantin’e geçiyor. Ancak İsrail istihbarat teşkilatı Mossad 1960 yılında, onu burdan kaçırarak İsrail’e getirdi. İsrail bir mahkemede onu yargılayarak idama mahkum etti. Yargılama birçok açıdan eleştiri ve değerlendirme konusu yapıldı. Bu mahkemeyi en geniş açıdan değerlendirenlerden birisi de Hannah Arendt’dir. Mahkeme başladığında Amerika’dan İsrail’e gelip mahkemeye bizzat katıldı ve daha sonra izlenimlerini “Kötülüğün Sıradanlığı” adlı kitapla yayınlandı. Belki de bu dönemde okunacak kitapların başında geliyor.
Arendt kitabında İsrail’in Eichmann’ı yargılamaya yetkili olup olmadığını şöyle cevaplıyor: “Bir ülkeleri olduktan sonra, İsrail Devletini kurduktan sonra -nasıl Lehlerin Polonya’da işlenen suçları yargılamaya hakkı varsa- kuşkusuz Yahudilerin de halkına karşı işlenen suçları yargılamaya hakkı olacaktı.” Eichmann’ın İsrail’de yargılanamaz eleştirilerinin nedeni İsrail’in de altına imza attığı Soykırım Sözleşmesi’ndeki bir maddeydi. Buna göre ‘soykırım ile suçlanan kişiler, suçun işlendiği ülkedeki yetkili bir devlet mahkemesi veya yargı yetkisine sahip uluslararası bir ceza mahkemesi tarafından yargılanır’dı. Soykırım her ne kadar Yahudilere karşı yapılmış olsa da İsrail’de gerçekleşmediğinden İsrail’in yargılama hakkı yok deniliyordu. Ancak şu bir gerçek ki, Yahudi soykırımı mahkemelerce kabul edilmiş ve Eicmann’ın da Nazi subayı olduğu belgeleriyle kanıtlıydı. Kendisi de bunu inkâr etmiyordu. Dolayısıyla İsrail’in yargılama hakkı vardı. Eksik olan Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun Soykırım Sözleşmesi’ndeki vurgulanan maddeydi.
Şimdi tekrar Özerk Yönetimin aldığı karara dönersek. Özerk Yönetim diğer ülke vatandaşlarını yargılayabilir mi? Bilindiği üzere Özerk Yönetim bir devlet değil. Bunun için Soykırım Sözleşmesi’ne tabi tutulamaz. Ama kuşkusuz Özerk Yönetim her koşulda uluslararası antlaşma ve sözleşmelere taraf olmaya hazır olduğunu beyan ediyor. Özerk Yönetim İsrail gibi bir devlet olmayabilir, ancak suçun işlendiği topraklarda kurulmuş bir yönetim ve yargılamayı yapacak olan mahkeme de bu yönetime bağlı bir mahkemedir. Özerk Yönetimin İletişim Dairesi Eşbaşkanı Cıwan Mele İbrahim kararın alınmadan önce, vatandaşı olunan ülkelere iki başlık altında onlarca çağrı yapıldığını belirtiyor. Bu iki başlık şöyle: ya ülkeler gelip vatandaşlarını alsınlar ve kendi mahkemelerinde yargılasınlar ya da uluslararası bir mahkeme kurulsun. Bu iki çağrı da yanıtsız kaldığı için Özerk Yönetim mahkemesinin yapacağı yargılama da meşruluk kazanıyor. Zaten Mele İbrahim mahkemenin halkın önünde açık olacağını ve yargılamanın işlenen suçlar ve belgeler çerçevesinde yapılacağını belirtiyor. Hatta bunun için ‘terör yasasında’ değişikliğe de gidildiğini ekliyor.
Özerk Yönetim DAİŞ’in işlediği suçları değerlendirecek. Şimdiye kadar böylesi bir yargılama olmadı. Kuşkusuz birçok farklı ülkelerde DAİŞ militanları yargılanmış olabilirler. Hatta bazı devletler ‘terör örgütü üyesi olma veya yardım yataklık etme’ suçlamasıyla ceza bile verdiler. Ancak bu cezalar adli cezalar olmanın ötesine geçmedi. Mesela Türkiye de her gün birilerini yargılıyor. Bizzat devletin kimi kurumlarınca bu örgüt desteklenmesine rağmen, mahkemeler kişileri üye olma veya yardım-yataklık ile suçlayarak cezalandırabiliyor. Ne var ki hiçbir mahkeme suçun kapsam ve niteliğini yargılama konusu yapmış değil. Bireysel olarak ceza vermenin ötesine geçmiş değil. Şimdi bu yargılamalarla belki de suçun kapsam ve niteliği de açığa çıkmış olacak. Şu sorulara cevap aranacak:
1-DAİŞ nasıl kuruldu? Kuruluş gerekçesi neydi? Örgütün işleyişi nasıldı? Emir-komuta zinciri nasıl işliyordu?
2-Özel olarak hedef aldığı halklar ve inançlar var mıydı, bu halklar ve inançlar kimlerdi?
3-DAİŞ’in müttefikleri kimlerdi? İlişki ağı neydi? Hangi devletler veya kurumlar destek veriyordu?
4-Savaş sürecinde sembol haline gelen Kobanê’ye saldırı nasıl planlandı?
Bu soruların yanı sıra kişilerin birebir katıldıkları eylemler de suçlama konusu yapılacak kuşkusuz. Yargılamalar sonucunda eğer savaş suçu ve adi suçların dışında ‘insanlığa karşı suç’ işlendiği ortaya çıkarsa durum değişir. Mesela örgütün Kürt halkı ve Êzidîliğe dönük özel bir politika yürüttüğü biliniyor. Dolayısıyla bu kapsamda işlenen suçlar insanlığa karşı işlenen suçlar olarak değerlendirilebilir. O zaman yargılamanın diğer ülkelerdeki kapsamı da değişir.
Bir diğer husus ise örgütü destekleyen, maddi ve personel desteği sunan kurum ve devletlerin tespit edilmesi. İnsanlığa karşı işlenen ve savaş suçlarını işleyen bu örgütün birlikte hareket ettikleri devlet ve kurumlar da o zaman yargılama konusu olabilecek. En azından bunun yolu açılmış olacak. Türkiye’nin DAİŞ’e birçok açıdan destek olduğu iddiası her gün dillendiriliyor. Mahkeme bu iddiaları da karara bağlayabilir.
Kürt halkı iki yüzyıldır egemen devlet tarafından inkar ve imha politikalarına maruz kalıyor. Yapılan haksızlık karşısında onlarca kez başkaldırdı ama neticede egemen devletler galip geldi. Her seferinde başkaldıran binlerce Kürt ya idam edildi ya da sürgüne maruz kaldı. Haklı-haksız olduğuna bakılmaksızın ‘egemen bir devlete başkaldırmak’ suç sayılarak Kürt halkı soykırıma maruz kaldı. Şimdiye dek hiçbir mahkeme olanları, bir halkın varlığına kastedilen suç kapsamında değerlendirmedi. Hatta AİHM bile 1990’lar sürecinde Türkiye Devleti’nin binlerce köy yakmasını, binlerce insanın işkence ile öldürülmesini ‘insanlığa karşı işlenen’ suçlar kapsamında değerlendirmedi. Sadece ‘insan hakları ihlali’ olarak değerlendirdi ve Türkiye’yi tazminata mahkum etti. Bunu düşününce Arendt’in Nazi rejiminin yaptıklarına ilişkin haklı olarak sorduğu soru aklıma geliyor. Arendt İsrail mahkemesinin Eichmann’ı yargılarken aynı zamanda vicdanen rahatsız olup olmadığını da sorduğunu belirtiyor. Arendt de şu soruyu ekliyor: [Naziler] Savaşı kazansalardı, içlerinden biri bile vicdan azabı çeker miydi acaba?
BM, Soykırım Sözleşmesi’nde, soykırım suçunun, suçun işlendiği bir ülkedeki mahkemede ancak yargılanmasının söz konusu olabileceğini belirtiyor. Eğer Naziler savaşı kaybetmeselerdi acaba Yahudi soykırımı diye bir karardan söz edilebilir miydi? Ya da bu suçlamaların bir Nazi mahkemesinde yargılandığını bir düşünün, acaba sonuç ne olurdu? Nazi mahkemesinden, Yahudilere karşı işlenen suçların yargılanması ne kadar saçmaysa, Kürtlerin soykırıma maruz kaldıkları devletlerdeki mahkemelerde, Kürt halkına karşı işlenen suçların yargılanması da o kadar saçmadır. Bundan dolayı Özerk Yönetimin DAİŞ’lileri halk mahkemelerinde yargılaması sadece Özerk Yönetim ve DAİŞ açısından değil, diğer devletler ve Kürtlere karşı işledikleri suçların yargılanmasında da bir dönüm noktası olabilir.
#DAİŞ #yargılanıyor