Bolu Yangını: Devletin Sorumluluktan Kaçışı ve Halkın Acısı

Türkiye, tarihinin en büyük felaketlerinden biri olan 6 Şubat depremini hâlâ unutamadı. Resmi açıklamalara göre 53 bin 537 yurttaşımız hayatını kaybetti, milyonlarca insan evsiz kaldı. Bu devasa felaketten sonra, aslında en çok dikkat çeken şey, kaybedilen hayatların ardında devletin hiçbir sorumluluk almayışı oldu. Ne bir tek devlet görevlisi istifa etti, ne de bu felakette ihmali bulunan herhangi bir yetkili hakkında soruşturma başlatıldı. Sanki devletin yöneticileri bu acının hiçbir sorumluluğunu taşımıyormuş gibi, toplumun gözünün içine bakarak “süregelme” stratejisiyle hareket ettiler. Bu, sadece bir yönetim zaafiyeti değil, aynı zamanda halkın canını hiçe sayan bir anlayışın sonucudur.

Bugün, Bolu’daki otel yangını, 6 Şubat’tan sonra devletin gösterdiği “duyarsızlık” ve “sorumsuzluk” anlayışının bir başka örneği olarak karşımıza çıkıyor. Bolu’daki yangında, resmi açıklamalara göre 76 canımızı kaybettik. Ancak yangının hemen ardından, Turizm Bakanı ve AKP’nin önde gelen isimlerinin katıldığı bir salon toplantısında, ölü sayısı tam 10 olarak açıklandı. Peki, bu yanlışlık, ya da daha doğru bir tabirle, kasıtlı yanlış bilgi neden verildi? Bu kadar büyük bir felaketin ardında, ölü sayısını saklama gereği neden duyuldu?

İki dakika sonra, Erdoğan’ın konuşmasını tamamlamasının hemen ardından, gerçek ölü sayısı, yani 76 kişi, tüm televizyonlarda açıklandı. Gerçekten de, felaketin ardından yaşanan her şey, bir siyasi hesaplaşma ve stratejiye dönüşmüş. “Beyefendi”nin keyfi kaçmasın diye, ölü sayısı gizleniyor, acılar örtbas ediliyor. Bir felaketin, bir yangının bile siyaset malzemesi haline geldiği bu ortamda, yaşamını yitiren 76 kişinin ardında kalan sorumlular kimdir?

Bu, aslında sadece bir yangın haberi değil, Türkiye’deki siyasal düzenin ve yönetim anlayışının derinlemesine bir sorgulanmasıdır. Hem 6 Şubat’taki büyük depremde hem de Bolu’daki yangında, kaybedilen hayatlar her şeyin önündedir. Ama buna rağmen devlet, halkın canını hiçe sayarak sorumluluktan kaçmaktadır. Çünkü Türkiye’de devletin yetkilileri, felaketlerin acısını yaşamak yerine, kendi çıkarlarını ve siyasi imajlarını koruma çabasında. Bu da demek oluyor ki, “can güvenliği” ve “yaşam hakkı”, iktidarın siyasi çıkarları için feda edilebilen bir malzeme haline gelmiştir.

Bolu yangını, Türkiye’deki devlet yönetiminin kayıtsızlığının ve sorumsuzluğunun son örneklerinden biri olarak kayıtlara geçmiştir. 76 can kaybının ardından sorumlu bir tek kişi dahi sorgulanmamış, istifa etmemiştir. Peki, bu kadar büyük bir felakette sorumluluk taşıyan kimse neden cezalandırılmamaktadır? Yangının ardından, sadece halkın öfkesi büyümüş, devletin sahip olduğu gücün ardında bulunanlar bir kez daha hiçbir hesap verme gereği duymamıştır.

Devletin en temel görevlerinden biri, vatandaşlarının can güvenliğini sağlamaktır. Ancak bu yönetim, halkın canını değil, kendi siyasal geleceğini güvence altına almayı tercih ediyor. Gerçek ölü sayısı bir iki dakika içinde değiştirilirken, kaybolan canların sorumluları bir kez daha korunuyor. Devletin bir yönetim aracı haline dönüşen bu yaklaşım, her geçen gün daha fazla hayatı tehlikeye atıyor, halkı yalnızlaştırıyor ve tüm toplumun güvenini zedeliyor.

6 Şubat’ta kaybettiğimiz 53 bin 537 canın ardından, bu gerçeği göz ardı edebileceğimizi sanan bir anlayışla karşı karşıya kaldık. Aynı şekilde, Bolu’daki yangında da 76 can kaybedildi. Ama bir gerçek var ki, bu kadar büyük bir felakette bile sorumlulardan hiçbiri hesap vermiyor. Bu noktada sorulması gereken temel soru şudur: Bolu yangınında ölen canların hesabını kim verecek? Bu soruyu soranlar, ne yazık ki her zaman yalnız bırakılacaktır.

Bu sorumluluk kaçışı sadece devletin içinde değil, aynı zamanda toplumun her katmanında bir yorgunluk ve umutsuzluk yaratmaktadır. Çünkü insanlar, yaşadıkları felaketlerin ardından sadece destek ve çözüm beklerken, hükümetten aldıkları tek şey inkâr, manipülasyon ve siyasi hesaplar olmaktadır. Bolu yangını ve 6 Şubat depreminin ardında bıraktığı acı, her geçen gün daha büyük bir yara haline gelirken, yetkililerin bu yarayı görmemesi, ya da görmek istememesi, Türkiye’nin karşı karşıya olduğu ciddi bir yönetim sorununu gün yüzüne çıkarmaktadır.

Bu düzen, ne yazık ki yalnızca felaketlerin ardından değil, günlük hayatta da halkın yaşamını hiçe saymaya devam etmektedir. Felaketler, sadece acı veren birer olay olmaktan çıkar, iktidar sahiplerinin karanlık hesaplarının parçası haline gelir. Ve her kaybedilen can, siyasi hesapların içine gömülür.

Her felaketten sonra, sorumlulardan hesap sorulmadığı sürece, bu tür acılar ne yazık ki devam edecektir. Bolu yangını, devletin halkı ne kadar önemsediğini ve sorumluluktan ne kadar kaçtığını gösteren, bir dönemin trajik öyküsüdür. Türkiye, bu felaketlerin ardından yalnızca kayıplarını değil, aynı zamanda kaybolan vicdanları ve sorumlulukları da sorgulamalıdır. 76 can, ölülerin ötesinde, devletin hatalarından ve bu hataların üzerinin örtülmesinden kaynaklanan birer trajedidir. Ve bu trajedinin hesap vereni kim olacak?

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Yazarın diğer makaleleri