Çaresizlik içinde, yenildiğini gören AKP saldırganlaşmış, şiddeti tek çıkar yolu olarak seçmiştir. Bu saldırganlığın arkasında bir bitmişlik, tükenmişlik ve en önemliisi bir ölüm kalım mücadelesi vardır. Başına geleceklerden korkan bir Erdoğan ve etrafında toplanmış, ondan beslenen gruplar vardır. Demokrasi güçlerinin önünde daha fazla imkan ve olanak belirdiği için AKP bu imkanları bastırmaya yönelmiştir. Bu yüzden bugün Türkiye’de demokrasi mücadelesi veren güçlerin alanı büyümekte, ama aynı zamanda buna karşı iktidar baskısı da artmaktadır.
Bu baskılardan devletin sahibi olduğunu düşünen Kemalistler de nasibini almaya başlamıştır. Kendisini devletin sahibi sanmanın üstenciliğin CHP’yi içine düşürdüğü durum ortadadır. Şaşkınlık ortadadır. İşte tam bu noktada Kemalistleri koruma görevi artık doğrudan demokrasi güçlerinin omuzlarına yüklenmiştir. Çünkü Kemalistlerin siyaset yapma, yönetme, sokakta özgürce yürüme imkanları ellerinden alınmıştır. Yavaş yavaş gelen dalgada önce Milletvekilleri dövülmüş, il başkanları darp edilmiş, sokakta linç girişimlerine uğramışlardır. Dönemin Genel Başkanı kameraların önünde yumruklanmıştı. Buna karşı çıkacak refleksi CHP ortaya koyamamıştır. CHP öyle bir siyasal akıl tutulmasına girmiştir ki, bu saldırıları savuşturacak durumda değildir. Bugün iktidar daha da pervasızlaşarak CHP’nin cumhurbaşkanı adayını tutuklamaya kadar gitmiş, yetmemiş onlarca belediye başkanı tutuklayarak, birçok belediyeye kayyumlar atamıştır. Kimi belediye başkanları da tehdit ile parti değiştirmek zorunda bırakmıştır. İktidar bunu herkesin gözü önünde yapmıştır. Dolayısıyla bu kendisini devlet sanan Kemalistlerin maruz kaldıkları hukuksuzluğa karşı durma sorumluluğu da demokrasi güçlerinin omuzuna yüklenmiştir. Bu görevi üstlenmek, demokrasi güçlerinin, demokrat olmanın sorumluluğu haline gelmiştir.
Haklı oldukları için değil, maruz kaldıkları hukuksuzluk, adaletsizlik için bu sorumluluk omuzlarımızdadır. Demokrat olmanın bir sorumluluğu olarak önümüzde durmaktadır.
Bugün Türkiye’de devlet içerisinde bir iç çatışma süreci yaşanıyor. Erdoğan şahsında ve AKP iktidarı üzerinden yürütülen bu savaş, aslında devletin merkezinde planlanmış topyekûn bir kuvvetler arası savaştır. Erdoğan’ın söylemleri, AKP’nin uygulamaları bir kanadın “devlet konsepti” olarak şekillenmiştir. Burada yargının aldığı kararlar, güvenlik bürokrasisinin yeniden dizaynı ve medyanın tamamen iktidar aygıtı haline getirilmesi bunun göstergesidir. AKP’nin kurucu kadroların dışlandığı, Erdoğan’ın etrafında yeni bir uzlaşmayla kurulmuş bir yapı vardır. Menfaat ve çıkar çeteleri vardır.
CHP’de bu savaşın başka bir kanadını temsil ettiği bilinmektedir. Durumu ortadadır. Çok parçalı hale getirilmesi için operasyon başlatılmıştır. İktidara yaklaştığı görülmüştür. Bunun için darbelenmektedir. Demokrasi güçleri ile ortaklaşması Erdoğan cephesinin korkularını artırmaktadır. CHP’nin kazandığı iddia edilen tüm seçimler bu demokrasi güçlerinin birliği ile mümkün olmuştur. Lakin CHP’nin içindeki Erdoğan cephesi sadece devlet refleksiyle değil, ulusalcı-ırkçı yapılardan beslenen damarlarıyla da CHP’yi demokrasi güçleri ile çatışır hale getirilmek istemektedir. Bir taraf olarak gelişmesini istememektedir. Özellikle Kürtlerin başlattığı barış ve demokrasi süreci karşısında, CHP içerisindeki bu damar medya üzerinden bir parçalanmayı dayatmaktadır. Demokrasi güçlerini yan yana tutmak yerine birbirine düşürmeye, güçlendirmek yerine elini kolunu bağlamaya çalışmaktadır. Böylece AKP ve MHP karşısında demokrasi güçlerini yalnızlaştırma çalışmasının bir parçası olarak rol oynamaktadır.
Bu tabloyu güncel gelişmelerle birlikte değerlendirmek gerekiyor. Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması, belediyelere yönelik operasyonlar, kayyum atamaları sadece CHP’yi değil, bütün demokrasi güçlerini parçalamayı hedefleyen bir sürecin parçasıdır. Bu böyle okunmuş buna göre demokrasi güçleri pozisyonunu belirlemiştir. CHP yönetimi doğru adımlar atarken, CHP’nin beslendiği iddia edilen medya araçları buna uygun bir tavır göstermemektedir. Her fırsatı Kürtlere saldırmak üzerine kurmuş olan bu yapılar, Erdoğan’ın CHP’yi süreç dışında bırakma çabalarına hizmetten başkaca bir şey yapmamaktadırlar.
Bugün yaşananlar yeni değildir; geçmişte Kürtler bütün bunları çok daha ağır şartlarda yaşadı. Kayyumlar, belediye gaspı, siyasetçilerin tutuklanması, basının susturulması Kürtlerin uzun yıllardır yaşadığı gerçekliktir. Şimdi aynı uygulamalar CHP’nin alanına da yönelince, bunu üstenci bir bakışla değerlendirmek dönemin ruhuna uygun değildir. Selahattin Demirtaş 9 yıl 10 aydır Edirne cezaevinde tutsaktır. Onlarca belediye başkanı Kürt siyasetçi halen içerdedir. Burada kim ne kadar demokrattır tartışması gerekmiyor. Haddini bilmesi gereken bir medya soytarılığı CHP etrafında örgütlendirilmek istenmektedir. Türkiye’nin demokratikleştirilmesi, eşit yurttaşlık temelinde herkesin sahiplendiği bir ülkenin yaratılması demokrasi güçlerinin birliğinde yatmaktadır.
Kürtler her şart altında sorumluluklarına sahip çıkmışlardır. En son cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Türk siyasetinin yumrukladığı Kılıçdaroğlu’na CHP’nin kalesi denen yerlerden daha fazla oy vermiş, kendi coğrafyasını kırmızıya boyamıştır. Belediyelerin kazanılması durumu ortadadır.
Kürtleri dışlamak, aşağılamak üzerinden siyaset üretilemez. Hele kendine demokratım, sosyal demokratım diyen bir yapı, gazeteci, yazar, sanatçı bunu nasıl yapabilir…
Unutmamak gerekir ki, AKP artık ölüm kalım mücadelesi veriyor. Bu, demokrasi güçlerinin önünde büyük bir fırsat da barındırıyor. Demokrasi güçleri bu durumu doğru okumalıdır. Farklılıklarına rağmen bir araya gelmek zorundadır. Mazlumlar da zalimler kadar cesur olmayı göze almalıdır. Cesaret sadece sokakta değil, örgütlenmede, dayanışmada, hukuk mücadelesinde, siyasette, meşru zeminleri kurmada gösterilmelidir. Bu noktada demokrasi güçlerinin ajandası iktidara güven üzerine değil, kendi mücadelesinin köklü deneyimine dayanmalıdır. Kürt demokrasi güçleri yılların verdiği mücadele tecrübesi, halkına ve kendisini destekleyen bütün demokrasi güçlerine güvenmektedir.
Demokrasi bloğu disiplinli bir birlik kurmak zorundadır. Halkla bağını güçlendirerek meşruiyet zeminini sağlamlaştırmalıdır. Bugün ortak değerler ve ortak taktikler etrafında buluşmak hayati bir görevdir.
İslamcı-faşist bir iktidar bütün baskı araçlarını kullanıyor ve güçlüymüş gibi görünse de, meşruiyetini yitirmiştir. Zorbalaşmıştır. Mafyalaşmıştır, çetelerin cirit attığı bir yapı olmuştur. Demokrasi güçlerinin görevi, bu meşruiyet boşluğunu dolduracak yeni bir güç kurmaktır. Türkiye’nin önündeki yol bellidir: ya otoriterliğin kalıcı hale gelmesi, ya da demokratik yeniden yapılanma.
Karar bizim, sorumluluk bizim, cesaret bizimdir.