Pazar, Kasım 9, 2025

İlhan Erdost’dan Hakan Tosun’a: Bir Belleğin İzleri

Bazı ölümler vardır; sadece bedeni alıp götürmez, bir halkın vicdanını da silip süpürür, kelimeleri eksiltir, düşünceleri yarım bırakır.

İlhan Erdost, Tokat’ın taşlı sokaklarında büyümüş, Anadolu’nun sert ama direngen toprağıyla yoğrulmuş bir aydındı.

Yayınevinin kapısındaki paslı zil hâlâ onun parmak izini taşır, ama o parmak artık yoktu; elleri, düşünceleri dövülerek susturulmuştu.

7 Kasım 1980’de, Ankara’da, işkencenin gölgesinde, bir insanın sesi kesildi; ama sessizlik onun adını silemedi.

Faşizmin karanlığı yalnızca İlhan’ı değil, bir halkın hatırlama ve direnme yetisini hedef almıştı.

İlhan’ın yokluğunda onun sesini duyan, kelimelerini taşıyan yoldaşları oldu.
Her kitap sayfasında, her sözcükte İlhan’ın nefesini hissetti; her satırda faşizmin ürkek ve zalim gölgesine karşı duruşu öğrendi.

Toplumun vicdanı, onun gözlerinde parlayan kararlılıkta, ellerinde yazıya dönüşen öfkede yeniden dirildi.

Çünkü bazen bir insan öldürülür, ama yoldaşları, onun yokluğunda direnişi sürdürür; onun sözcükleriyle yeniden hayat bulur.

Faşizmin hedefi yalnızca bedenler değildir; düşünceyi, sözü, direnişi ve hafızayı da susturmaktır.

Ama bilmediler ki vicdan, tıpkı bir kelime gibi, öldürülemez.

12 Eylül’de teslim olmayan, direnişi mayalayanların önemi büyüktü. Onların varlığı, karanlık günlerde yüreğimize serpilmiş bir su gibi ferahlık verdi; direnmeyi öğretti. Bu gelenek, yalnızca geçmişi anlatmakla kalmadı; ardı ardına sorulan hesaplar, yüreğimize su serpti, umut ve cesaret verdi. Direnme geleneği fedakarlığa dönüştü; sessizliğe karşı yükselen bir davet, söze ve eyleme dönüşen kararlılıkla her yeni kuşağa ışık tuttu.

Yıllar sonra, Hakan Tosun’un adı karşımıza çıktı.

Yine aynı mevsimde, Ekim’in son günlerinde, başka bir köşede, başka bir faşist refleksin kurbanı olarak susturuldu.

Ama Hakan’ın susturuluşu, İlhan’ın susturuluşuyla aynı tarihin farklı sayfalarında yazılıydı; aynı düşünceye vurulan darbeler, aynı toplumsal korkunun yankılarıydı.

Faşizm, insanın insana körleşmesidir; düşüncenin susturulması, kelimenin öldürülmesidir.
Ama bilmediler ki, karanlığın en derin gölgesinde bile vicdanın ışığı yanar.

Hakan, benzer bir sessizlikle karşılaştığında, yoldaşları hâlâ açıktı; kalem, kelime ve düşünce, hiçbir zaman zincirlenemezdi.

Faşizm yalnızca öldürmekle kalmaz; mahalleleri, sokakları, evlerin duvarlarını, insanların yüzlerindeki ifadeyi bile kirletir.

Bir ülkede korku dolaşmaya başladığında, sessizlik bulaşıcı olur.

Komşular birbirini gözetler, öğrenciler öğretmenlerine, işçiler ustalarına susar; kimsenin kimseye bakmadığı, herkesin yalnızlaştığı bir toplumsal çoraklık yaratır.

Ama bu karanlığa rağmen, bir yerlerde bir kalem düşer, yoldaşları bir başka yoldaşın adını fısıldar — ve tarih yeniden yazılmaya başlar.

Bugün biz, İlhan’dan Hakan’a uzanan bu hatıraya bakarken, yalnızca iki insan değil, bir halkın direnişini görüyoruz. Direnme geleneği, feda ile yoğrulmuş bir ışık gibi nesilden nesile aktarıldı; karanlığa rağmen söze ve eyleme dönüştü. Devrimciler, bu ülkede temel hak ve özgürlükleri savunan insanlar olarak her zaman bir taraf olmuşlardır; vicdanı ve cesaretiyle tarih boyunca sessizliği delmiş, baskıya karşı durmuştur. Her adım, her yazı, her hatırlama, direnişin ve fedakarlığın izini taşır; yaşamın kendisi, geçmişin acısını geleceğe dönüştüren bir direniş manifestosudur.

İşte bu, ölümün susturamadığı bir yankıdır;bu, yaşamanın, hatırlamanın ve yazmanın direnişidir. Her Kasım’da, her yeni yas gününde, bir kitap sayfası çevrildiğinde, bir insan başını kaldırıp düşünür:

“Bir halk hâlâ direniyor, hâlâ yazıyor, hâlâ hatırlıyor; ve öldürülenlerin adları hâlâ bizi yaşatıyor, hâlâ bize yol gösteriyor, hâlâ geleceğe köprü oluyor.”

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Yazarın Diğer Yazıları