Barış ve demokratik toplum süreciyle birlikte Erdoğan’ın tekrar seçilip seçilmeyeceği konusu en çok tartışılan konulardan oldu. Erdoğan’ın iktidarı bırakmak istemediği, iktidarı kaybetmemek için her yola başvuracağı açıktır.
Bunun için “sözde” demokrasi ve hukukla yönetilen bir devlette hükümete hâkim olan egemen kliklerinin belirlenmesini sağlayan seçimleri kazanmak gerekmektedir. Dolayısıyla seçimler, önem kazanmaktadır. Tabii sadece egemenler için değil, ezilenler açısından da seçimler, demokratik kazanımların ve duyarlılığın gelişebildiği toplumsal- siyasal pratikler olarak ciddiye alınmaktadır.
Erdoğan’ın bir kez daha seçilmesiyle ilgili olarak çeşitli çevreler tarafından gündeme getirilen bir iddia tartışılmaktadır. İddiaya göre, Erdoğan, Kürtlerle, demokrasi karşıtı bir zeminde anlaşmış! Kürtlere bazı haklar verilecek, karşılığında Kürtlerin oylarıyla Erdoğan, bir kez daha cumhurbaşkanı olacaktır. Erdoğan’ın Bahçeli üzerinde barış ve demokratik toplum projesini bu amaçla gündeme getirdiği iddia edilmektedir.
Öncelikle belirtilmelidir ki bu iddia apolitik bir iddiadır. Çünkü Kürtler, elbette barış ve demokratik toplum süreci kapsamında devletle ve devleti yöneten klikle bir anlaşma yapmak istiyorlar. Bunun saklı gizli bir tarafı yok. Ancak Kürtlerin bunca yıldır uğruna mücadele ettikleri ulusal- demokratik hak ve talepleri vardır ve bunlar gerçekleşmeden veya bu yönde ciddi adımlar atılmadan, Kürtler herhangi bir anlaşma yapmazlar, yapamazlar.
Yani iddia edildiği gibi Kürtler, anti- demokratik bir zeminde bir anlaşma yapmış değiller, demokratik bir barış için mücadele etmektedirler.
İkincisi Kürtler çok değiştiler. Dünün örgütsüz, dağınık ve apolitik halkı yok. Politik düzeyi gelişmiş, örgütlü, sayıları 40- 60 milyonlarla ifade edilen bir hak söz konusudur. O nedenle bu iddianın sahipleri ya Kürtlerin yaşadığı bu değişimi anlamıyorlar veya bu değişimin görünmesini istemiyorlar.
Üçüncüsü ve esas üzerinde durulması gereken, Erdoğan’ın seçilmek için DEM Parti ve Kürtlerle anlaştığı iddiasıdır.
Nede olsa Türk devlet yapısında hükûmetler sözde seçimlerle belirlenmektedir, Erdoğan da seçimle gelmiş ve geldiği günden beri de seçimler yapılmıştır. Dolayısıyla Erdoğan’ın bir kez daha cumhurbaşkanı olabilmesi için seçimleri kazanması gerekmektedir.
Fakat mevcut siyasal atmosferde Erdoğan gerekli oyu alamayacak ve seçilmeyecektir.
Tam bu noktada Kürtlerin oyları gündeme girmekte ve belirtilen iddialar ortalığı kaplamaktadır.
Yüzeysel bakıldığında gerçeğin böyle olduğunu kabul etmek gerekecektir. Fakat “kazın ayağı öyle değil.”
Evet, Erdoğan’ın DEM Parti’nin ve Kürtlerin oylarına ihtiyacı olabilir. Ama Erdoğan’ın seçilmek için tek, hatta yegâne seçeneği DEM Parti’nin ve Kürtlerin desteği değildir. Ya da Erdoğan’ın bütün geleceğini, kontrol edilmesi bile mümkün olmayan DEM Parti’nin ve Kürtlerin muhtemel desteğine bağladığını, iktidara giden yolda Kürtleri asli güç olarak hesapladığını, düşünmek fazla safiyane olur.
Bugün Erdoğan’ın “tek ve mutlak muktedir” olmasını sağlayan devletin hali hazırdaki sistemsel yapılanmasıdır. Erdoğan’ın mucidi olduğu ve “cumhurbaşkanlığı sistemi” olarak adlandırdığı sistem, Erdoğan’ın sağ kaldığı ve istediği sürece, her “sözde” seçimi kazanarak iktidarda kalacağı şekilde oluşturulmuştur. Devletin ordu, polis, MGK, parlamento, hükümet,
medya, yargı ve bilumum güç odaklarının Erdoğan’ın kontrolünde olduğu bir devlet yapılanmasında devleti elinde tutan gücün bu gücü kaybetmesi mümkün değildir.
Bu gerçeğe rağmen Erdoğan’ın tek adam iktidarını Kürtler üzerinde izah etmeye çalışmak ya politikayı bilmemektir veya kendi yetmezliğine ortak aramaktır.
Devletin bu şekilde yapılandırılmasının tek nedeni, Erdoğan’ın iktidarda kalmasının sağlanmasıdır. Üstelik bu tek adam rejimini engelleyecek hiçbir mekanizma bulunmamaktadır. O nedenle Erdoğan, elindeki bu imkânlarla hile yaparak, hırsızlayarak, kuralları ve yasaları istediği gibi değiştirerek veya istediği gibi kullanarak, bazen de yasaları devre dışı bırakarak, ama her koşulda iktidarını koruyacaktır.
Erdoğan, bunun için devlet mekanizmasını ve imkânlarını kullanarak rakiplerini etkisizleştirebilecektir. Rakip seçmenlerin oy kullanmasını zorlaştıracak veya imkansızlaştıracaktır. Oy sayımında her türlü hileyi yapacaktır. Bütün bunlarla birlikte fiziki baskı araçlarını devreye koyacaktır. Devletin polisi ve askeri dışında elinin altındaki paramiliter SADAT katilleriyle hem devleti elinde tutacak hem de oluşabilecek tehlikeleri bertaraf edecektir.
Bütün bu uygulamalar ve politikalar Erdoğan’ın dünya görüşünde ve geleceğe bakışında kaynaklanmaktadır. Öyle olduğu içindir ki Erdoğan, henüz devleti bu düzeyde ele geçiremediği ve istediği şekilde yapılandıramadığı dönemlerde bile bin bir türlü hileyle seçimleri gasp etmiştir.
Esasında Erdoğan 2015’ten beri girdiği bütün seçimleri kaybetmiş, hilelerle halkların iradesine el koymuş, seçimleri gasp etmiştir.
Bu gerçekler ortadayken Erdoğan, bugün neden kaybedeceği bir seçimi yapsın? Veya Kürtlere muhtaç olacağı, dahası Kürtlerin yüz yıldan beri kabul edilmeyen haklarını vermek zorunda kalacağı bir seçimi yapsın?
Dolayısıyla mevcut koşullarda Erdoğan, ya her türlü hileyi yaparak seçimleri gasp edecek veya herhangi bir gerekçe oluşturarak seçimleri erteleyecektir. Daha sonrası da duruma göre, ama her hâlükârda Erdoğan’ın iktidarının sürmesine uygun olarak şekillendirilecektir.
Erdoğan’ın seçim ve iktidar hesabı böyledir.
Buna göre Erdoğan’ın iktidarını sürdürmek için temel aldığı siyasal çizgi, Kürtlerin desteği değil, devletin olanaklarını kullanarak, potansiyel rakiplerini devre dışı bırakmaktır. Bugün CHP’ye yönelik saldırılarının bu amaçla yapıldığı bilinmektedir.
O nedenle Erdoğan gelecekteki seçimleri gasp edebilmek için CHP’ye yapılan saldırıları yaygınlaştıracak, derinleştirecek, CHP’yi kapatmak, Genel Başkanı ve Genel Merkez yöneticilerini içeri atmak dahil her yola başvuracaktır.
Aynı şekilde diğer demokrasi güçlerine yönelik saldırılar da hız kesmeden sürdürülecektir. Daha önemlisi bu saldırılar DEM Parti’ye de yönelecektir. Çünkü DEM Parti, demokrasi güçleri ve CHP arasında oluşacak bir birlik, Erdoğan’ın kaybetmesini sağlayabilecek yegâne toplumsal- siyasal güç olacaktır.
Erdoğan, böyle bir birliği engellemek için de devletin bütün gücünü ve imkânlarını kullanacaktır. DEM Parti’nin ve Kürtlerin Erdoğan’la anlaştığına dair yapılan kara propaganda da bu kapsamda dolaşıma sokulmuştur.
Öte yanda CHP, yapılan saldırılara karşı önemli bir tutum almıştır. Lakin CHP, sorunu “itirazcı” yöntemlerle çözebileceğini düşünmektedir. Gerçeklere gözünü kapatan bu yaklaşım, Erdoğan’ın devlet gücüne dayanan iktidarının sonunu yakınlaştırmamaktadır.
Bütün bu anlatılanlar, umutsuzluk ve karamsarlık gerekçesi olarak okunmamalıdır. Tam tersine bu düşünceler, daha güçlü, daha örgülü ve daha kararlı bir mücadelenin gerekçesi olarak okunmalıdır. Çünkü her şeye rağmen bugün kazanmaya daha çok yakınız.
Erdoğan’ın zorba iktidarını değiştirmek için iki görevin yerine getirilmesi şarttır. Birincisi, CHP, barış ve demokratik toplum sürecini daha çok sahiplenerek Kürt halkı, Alevi toplumu ve bütün ezilenlerle demokratik zeminde ciddi, kalıcı ve köklü bir birliktelik oluşturmalıdır.
Kürt halkının ve Alevi toplumunun bütün talepleri, demokratik taleplerdir ve demokrasiden yana olan herkesin tereddütsüz sahiplenmesi gereken hak ve taleplerdir. Umut hakkı, tecritin kaldırılması, yerel yönetimlere özerklik, kayyum uygulamasının iptal edilmesi, anadilde eğitim, politik tutsakların serbest bırakılması, inanç özgürlüğü ve eşit yurttaşlık hakkı gibi hakların CHP tarafında her ortamda ve kararlılıkla savunulması gerekiyor.
İkincisi CHP, zaman zaman sözünü ettiği “sivil itikatsızlık” eylemlerine yönelmelidir. Erdoğan’ın iktidarına son verecek olan yegâne demokratik ve meşru mücadele yöntemi “sivil itaatsizlik” eylemleridir.
CHP, DEM Parti ile, sosyalist devrimci demokrat kurumlarla, işçi sendikalarıyla, kadın ve gençlik kurumlarıyla barış ve demokratik toplum programı üzerinde ortak mücadele geliştirmelidir.
Böyle bir eylem çizgisi ve böyle bir perspektif; bütün muhalefeti birleştirecek, topluma güven verecek, örgütlü bir ittifakın oluşturulmasını sağlayacaktır.
Erdoğan’ın tek adam rejimi, bu ittifakla, uzun soluklu “sivil itaatsizlik” eylemleriyle, barış ve demokratik toplum programıyla yıkılacaktır.
Dolayısıyla barış ve demokratik toplum programı etrafında hızlı ve kararlı bir çalışmanın ve kitlesel “sivil itikatsızlık” eylemlerinin başlatılarak yaygınlaştırılması acil görevdir. Tek çare budur ve bu yol bugün her zamankinden daha fazla mümkündür.