Alevi yurttaşların bulundukları kentler ve ilçelerde sokaklara çıkarak, geçici Şam hükümetinin saldırı ve baskılarını protesto ettiği kitle eylemleri, 25 Kasım günü koordineli-örgütlü bir şekilde başladı. Yeni hükümetin birinci yılına yaklaşılırken Alevileri sokağa çıkaran ve “Artık yeter” dedirten neydi? Şam hükümetinin eylemlere şiddet ile karşı geleceği açık bir öngörüyken Alevilerin gösterdiği cesarette neler gizli? Suriye siyasetinin önümüzdeki dönemini etkileyecek olayları anlamak için geçmişe biraz gitmekte fayda var.
HTŞ-geçici Suriye yönetimi, Suriye’den kaçan Beşar Esad, ailesi, rejimin askeri-sivil yönetimi ve burjuva sınıfın en üst tabakasındaki kişilerden alamadıkları intikamı, düşman olarak kodladıkları Alevi yurttaşlara doğru yöneltti. Sosyal medyada yüzlercesi bulunan videolarda da görüldü ki 8 Aralık sonrasında Şam hükümeti ve Suriye ordusu çatısı altında toplanan mezhepçi gruplar, Alevilere karşı saldırılarını arttırıyor. Rejimin kaymak tabakasının Suriye’den kaçarak kendilerini kurtardığı ama silahsız-savunmasız Alevi yurttaşların yeni hükümet ile baş başa kaldığı bir gerçeklik yaşanıyor.
HTŞ çatısı altında toplanan selefi-cihadist grupların rejim ile giriştikleri iç savaş sürecinde ve öncesindeki yıllarda irili ufaklı isyanlarda önemli kayıplar verdiği sır değil. BAAS rejiminin 1982’de Hama’da Müslüman Kardeşler’e yönelik olduğu ilan edilen ama Sünni kitlelerin de hedef alındığı saldırılarda binlerce kişiyi öldürdüğü biliniyor. İç savaş yıllarında BAAS rejimi Sünni kitleleri Doğu Guta başta olmak üzere birçok kentte topluca hedef aldı. Kentler, yerleşim yerleri bombalandı. Rejim bu saldırıları iş birliği içerisinde olduğu Sünni egemenlerle birlikte örgütledi. Evet, Esad ailesi Alevi idi ama BAAS iktidarı, Sünni, Hristiyan ve Dürzi egemenlerin de olduğu bir ittifaktı. Bunu en iyi Şam’daki koltuğa oturan Ahmed el Şara biliyor. BAAS döneminin en zengin ailelerinden olan ve rejimin askeri güçlerine verdiği destekle bilinen Katırcı ailesi, HTŞ iktidarı ile anlaşarak ülkeye geri döndü. Bu açık gerçek bile gösteriyor ki HTŞ’nin amacı geçmişin intikamı değil. Suriye’nin etnik-inançsal çeşitliliği yok edilerek yeni bir rejim kurulmak isteniyor. TC’nin kuruluş sürecinde İttihatçılar’ın fırsatları (uluslararası koşullardaki kaos) katliamlar ile değerlendirdiği ve açık zor üzerinden iktidarını sağlamlaştırdığı yıllara benzer bir süreç yaşanıyor. Bunun en göze çarpan bir diğer benzerliği eski rejim ile bağlantılı olarak gösterilen tüm kişilerin malına mülküne kanunsuzca el koyma, belli ailelerde zenginliği biriktirme şeklinde yaşanıyor.
Aleviler Mezara Hristiyanlar Beyrut’a!
Suriye’nin sahil kentlerinde başlatılan ve bağımsız kuruluşlarca da mezhepçi katliam olarak tanımlanan günlerin yaraları henüz sarılmamışken sivil Alevi yurttaşlar bir kez daha saldırılara maruz kaldı. Saldırının bu defaki merkezi Humus’un Muhacirîn mahallesiydi. Senaryo aynı idi. Şam hükümetinin resmi haber ajansı SANA mahalleye dışarıdan gelip insanları kurşunlayan, araçları ve evleri yakan grubu ‘öfkeli aşiret üyeleri’ olarak tanıttı. Kurgu basitti. Tekil bir bireysel şiddet olayı, aşiret üyeleri olarak lanse edilen örgütlü silahlı grupların mahalleyi ablukaya almasına, katliama başlamasına gerekçe gösterildi. Muhacirîn mahallesi saldırılarındaki grupların sokaklarda attıkları sloganlar aslında durumu özetliyordu: Aleviler Mezara Hristiyanlar Beyrut’a!
Mart ayındaki saldırılarda, silahlı bir grubun Şam hükümetine bağlı güçlere saldırı düzenlediği ve bunların eski rejim askerleri olduğu açıklanmıştı. Suriye’nin tüm bölgelerinden silahlı militanlar aynı anda sahil kentlerine doğru harekete geçirilerek saldırının intikamının alınacağı duyuruldu. Şara’nın “eski rejim kalıntılarına karşı mücadele” sözünün kapsamı silahlı gruplara her saldırıyı yapma emri ve fırsatı veriyordu zaten. Süveyda’ya yönelik katliam saldırısı da aynı kurgu ile planlandı. Şaibeli bir ses kaydı ile İslam Peygamberi’ne hakaret edildiği iddia edildi ve silahlı binlerce militan aynı ayda hücuma başladı. Şam hükümeti, saldırıya geçen grupların Bedevi aşiretler olduğunu duyurdu ve saldırıların siyasi sorumluluğunu reddetti. Oysa Süveyda’da katliama karşı kurulan öz savunma gruplarının yakaladığı birçok kişi, HTŞ-Savunma Bakanlığı’na bağlı personel olduklarını ve saldırılara genel emir ile katıldıklarını itiraf etti.
Muhacirîn Mahallesi
Suriye’de Aleviler Lazkiye ve Tartus kentlerindeki çoğunlukları yanı sıra Şam, Halep, Hama ve Humus gibi kentlerde de kendilerine ait mahallelerde yaşıyor. Bu durum diğer etnik ve inançsal gruplar için de geçerli. Halep’te Kürtler Şeyh Maqsut-Eşrefiye’de, Şam’da ise Zorava-Rukneddin mahallelerinde yaşıyor. Hıristiyanlar’da Şam başta olmak üzere diğer kentlerde de kendi mahallelerinde kalıyor ve bunu sürdürmek istiyor. Bunun sebebi çok açık. Ulusal ve dini savaşlardan kendilerini korumanın bir biçimi olarak yan yana durmayı bir zorunluluk olarak görüyorlar.
Muhacirîn mahallesinde yaşananlar gösterdi ki Humus tamamen Sünni bir kent yapılmak isteniyor. Mahallenin adı önceki süreçte haber sitelerine “Alevilere tehditler artıyor” olarak geçmesindeki sürecin amacı da buydu. Şam’ı yönetenlerin şimdiye kadarki tüm pratikleri alt alta dizildiğinde her bağımsız bakış Humus’ta yaşananların basit bir adli olayın tetiklediği kargaşa olmadığını görecektir. Aynı anda organize olan, mahalleyi kuşatan, araçları, dükkanları ve evleri ateşe veren güruhu harekete geçiren motivasyonunun bir iki günlük mesele olmadığı açıktır.
Sessiz İsyan Çağrısı
Suriye’de Kürtler şu an bölgelerini koruyacak güce ve örgütlülüğe sahip. Dürziler de son saldırılardan sonra sistemleştirdikleri öz savunma güçleri ve İsrail ile girdikleri ittifak ile merkezi hükümetin saldırılarından kendilerini koruyabildi. Kürtler ve Dürziler için avantajlı sayılabilecek koşullar Aleviler için oluşturulabilmiş değil. Merkezi hükümet çatısı altına toplanmış grupların saldırılarından kendilerini koruyabilecek bir güçleri bulunmuyor. Herhangi bir uluslararası güç tarafından da desteklenmiyor. Hatta daha kötüsü, ilerici güçler, devrimci-sosyalist yapılar, bölge halkları tarafından da yaşanılan zulüm yeteri kadar görülmüyor. Lazkiye’de Tartus’ta insanlar sokak ortasında ve köylerde topluca katledilirken, çoğunluğu Arap Alevi olan Hatay’da hayat normal akışında devam edebiliyordu.
Şam, Hama ve Humus’ta Alevi mahallelerinde başlayan saldırılar, Alevilerin göç ettirilerek mallarına ve mülklerine el koyma hedefi ile de yapılıyor. Aleviler, mahallelerinden sürülürse dağılacaklarını ve yıllarca sürdürdükleri ortak yaşamlarının son bulacağını biliyor. Bıçağın kemiğe dayandığı Humus’taki saldırılardan sonra verilen refleks de bunadır. Eğer sessiz kalınırsa Mart ayında yarım kalan katliam devam ettirilmek istenecek. Öfkeleri biriken ve susarsa yok edileceği günün yaklaşacağını öngören Aleviler, Şeyh Xezal’in çağrısı etrafında toplandı. Zaten işaret bekleniyordu, sokakla buluşuldu.
Suriyeli Aleviler üzerinde önemli bir dini otoritesi olan Şeyh Xezal Xezal, videolu bir çağrı yayınlayarak halkı Salı günü saat 12.00’de sessiz ve barışçıl bir protestoya davet etti. Şeyh Xezal’ın adı daha önce 8 Ağustos’ta Haseke’de toplanan Ortak Tutum Konferansı’nda geçmişti. Suriyeli Aleviler adına konferansa video gönderen Şeyh Xezal, Kürtlere, Dürzilere ve Hristiyanlara yapılan saldırıları hatırlatarak ademi-merkeziyetçilik öneriyordu. Son çağrısında da Şeyh Xezal, sadece Alevilere değil tüm Suriyelilere saldırıları ve baskıları sessiz ve barışçıl biçimde protesto etmeye davet etti.
Aleviler, Mart ayındaki büyük katliama gösteremedikleri kitle tepkisini 25 Kasım’da gösterdi. Aynı anda birçok merkezde sokağa çıkıldı. Kitleler, ateş açılmasına rağmen sokaklardan çekilmedi ve sık sık Kürtleri ve Dürzileri selamlayan sloganlar atıldı. Örgütlü, cesaretli ve Suriye’nin diğer dinamikleri ile ittifak öneren kitle eylemleri, artık bir eşiktir. Aleviler bu eşiği aşarak merkezi hükümete katliamlarına karşı direnişin şimdilik barışçıl biçimiyle cevap verdi.
Korku duvarları yıkıldı, eylemler amacına ulaştı. Şam mesajını aldı.
www.numedya24.com
