Cumartesi, Aralık 13, 2025

Dâr’a Duruş: Sözün Bedeli, Hakk’ın Didâr’ı

“Hakk’ın divanında Cem meydanında Dâr didâr olmak.” Bu çağrı, yola gelen her canın en zorlu yüzleşmesidir. Zira can, dara durduğunda bilir ki; yola verilen İkrar ağır, ama nefis zayıftır. Cem erkânında, Mürşidin ve cemaatin huzurunda dara çekilmek, kişisel sözünün muhasebesidir. Nefsine yenilen, iktidar peşinde koşan canın zihninde, tutulmayan her söz vebal olur. Dâr, işte o ağır yükü gönüllü olarak Meydana indirmektir.

Ayaklar mühürlü, kollar çaprazdır; gönül mühürlüdür . Bu, sadece bir duruş değil; Mansûr’un yürüdüğü yolda, kendi kusurunun acısını yaşayan bir aşığın canını kurban etmeye hazır olmasıdır. Bu eylem, içimizdeki zayıflığı yener ve dışarıdaki tüm zulme karşı büyük bir direnişi başlatır.

Dâr, ikrarın yüküyle, özünle ve benliğinle yüzleşip teslim olmaktır. Hepimiz bir sözle dünyaya geldik. Ama nefsine yenik düşenlerin zihninde, o sözler ağır bir vebal olarak kalır.
Kendi kusurlu hâlini kabul etmek, yapılan hatayı ve karakter zayıflığını fark etmek, kişi için en büyük işkencedir. Ulularımız der ki: Ne ararsan kendinde ara. Bulduğun o yükle, Dâr’ın Meydanına dikilmek zorunludur. Kusursuzluk yalnızca Hakk’ındır; sırra erenler bunu bilir.

Dâr, sadece bireyin yükünü hafifletmez. O, aynı zamanda tarihin yükünün de direğidir. Çünkü can, kendi kusuruyla yüzleşme disiplinini kazanınca, dış dünyanın zulmüyle savaşma gücünü bulur.

Hakikat aşkına Dâr’a yürüyenler zinciri, zalime biat etmeyerek canını feda eden Kerbela’da İmam Hüseyin’in duruşu ile başladı. “Ene’l-Hak” diyen Mansûr ve sözü uğruna derisi yüzülen Nesîmî ile devam etti . Bu direniş; Pir Sultan Abdal’ın sözünde, Alişer ve Zarife Hanım’ın dağlardaki mücadelesinde, nihayet Dersim’de Seyit Rıza’nın direğe yürüyüşünde keskinleşti. Pir Sultan’ın dediği gibi: “Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan.”

Bu tarihi zincir, Dâr’da inşa edilen teslimiyet ruhunun iktidara boyun eğmediğini gösterir. Türkiye’de yaşananlardan sonra şimdi Suriye’de, Ortadoğu’da Alevilerin uğradığı katliamlar, sadece fiziksel bir yıkım değil, bu direniş ruhunu hedef alır. Zira Dâr’a duran, canını feda etmeyi göze alandır. Kişisel zayıflığıyla yüzleşebilen can, toplumsal felaketin ağırlığı altında ezilmez; bilakis, ikrarıyla direnişin ta kendisi olur ve Hakk’ın yüzünde görünmeyi seçer.

Dâr didâr olmak, nefs ile Hakk arasında bitmeyen bir sözleşmedir. Bu, sadece Cem’deki bir ritüel değil, tarihin her anında nefsin ve zulmün karşısında dimdik bir duruştur. Ayakların mühürlendiği, kalbin teslim olduğu o Meydan; Kerbela’dan bugüne uzanan zorlu yolun tek kaidesidir.

Ancak bugün, bu direniş zincirini miras alan bizler, ikrarımızın gereğini yeterince yerine getiremiyoruz. Dâr’ın felsefesi ortadayken, kendi konfor alanımızda, toplumsal felaketlere ve adaletsizliğe karşı mücadele etmeme zafiyetini gösteriyoruz. Zulmün gölgesinde dilsizleşmeyi, hafızayı silmeyi ve sinmeyi tercih ediyoruz.

Zira ancak kendi içindeki yükü Dâr’a indirmeyi göze alan can, dışarıdaki zulmün karşısında canıyla ve ikrarıyla dimdik durma cesaretini bulur. Sırra erenler bilir ki, bu yol; düşmekten değil, düştükten sonra kalkıp direğe dönmekten ibarettir. Bizler, geçmişin acı yükünü taşıyanlar olarak, hafızalarımızı taze tutmalı ve günümüzdeki eylemsizlik hastalığını yenerek, hak ve hakikat aşkına direnmeye devam etmeliyiz.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Yazarın Diğer Yazıları