Ortak ülkemiz Türkiye’de Kürt sorununu çözmek amacıyla başlayan çözüm sürecinde karşılıklı yapılan açıklamalarda İslam’a fazlaca vurgu yapılması Alevileri endişelendirmiş görünüyor. Nitekim BDP’nin Dersim il başkanı Şerafettin Halis, Öcalan’ın kürtlerle türklerin « bin yıllık İslam kardeşliği » açıklamasından hemen sonra istifa etmiş ve süreç içinde Alevilere yer verilmediğini açıklamıştır. Sonrasında gerek BDP, gerek Öcalan ve gerekse de KCK yöneticileri konu ile ilgili açıklamalar yaparak, Alevilerin süreçten dışlanmadığını açıklamışlardır.
Buraya kadar bir sorun yok. Ancak Alevilerin büyük bir kesimince, Aleviler de müslüman olduklarından bu bin yıllık İslam kardeşliği sürecine dahildir yanılgısı ana sorundur. Aleviliği İslam içi bir inanç olarak tanımlarsanız, bin yıllık İslam kardeşliği size de kapsar.
Ancak, biraz tarih bilinci olanlar bilir ki, Aleviler yüzyıllardır bu İslam kardeşleri tarafından zülme uğratılmıştır. Katliamlara maruz kalmışlardır. Tıpkı öteki İslam dışı inançlar gibi. Bundan dolayı bu barış sürecinde sadece İslama vurgu yapılırsa gerçek anlamda bir toplumsal uzlaşma sağlanamaz. Elbette esas olan Kürt sorununun çözümüdür. Ancak demokratik bir Türkiye hedefi varsa, bu Türkiye’de işçilerin, emekçilerin hakları da, Alevilerin, Hristiyanların, Musevilerin ve ateistlerin de yaşam hakları savunulmalı ve herkesin kardeşçe yaşayabildiği bir toplum hedeflenmelidir.
Bunun sağlanması da söz konusu toplumsal kesimlerin kendi özgün örgütlülüklerini sağlamaktan geçiyor. Aleviler kendi kimliklerini kendileri tanımlamalıdır. Oturup ağlayarak, dizimizi döverek kimse bize hak vermez. Önce biraz tarih bilinci edinmemiz gerek, biz kimiz ? inancımız nedir ? sorularına cevap vermemiz lazım.
Taa yavuz döneminden beri Aleviler İslam olmadıkları için katliama uğradılar, bakın osmanlı şeyhülislamlarının fetvalarına bunu rahatlıkla görürsünüz.« Alevilin kestiği yenmez, Alevinin malı, namusu müslümana helaldir ve benzeri » yüzlerce belirleme bulursunuz. Alevi öldürenlere cennet vaat edilmiştir tarihte. Uzağa gitmemize gerek yok, Cumhuriyet tarihi bunun onlarca örneği ile doludur. Daha dün bu ülkenin başbakanı « cemevleri cümbüşhanedir » dedi. Daha dün bu ülke yöneticileri « Aleviler mum söndü yapıyorlar » dendi. O zaman biz bu bin yıllık İslam kardeşliğinin neresindeyiz ? soralım ve kendimize gelelim.
Bütün bunları bilince çıkarmış her Alevi bilir ki, kendisi hakları için örgütlenip, verili siyasal yapılanmalara kendini dayatmazsa, kimse bizim kara kaşımız için bize hak vermez. Biz her şeyden önce kendimizi « öz islam, hakiki islam, Alicilik ve benzeri » gibi tanımlamalardan kurtararak, yürekli bir biçimde kimliğimizi haykırabilmeliyiz. Biz ne İslamız, ne Hristiyanız, ne yahudiyiz. Biz kısaca Kızılbaş Aleviyiz. Yani kendimize özgü ibadet ritüelleri olan, tanrı anlayışı olan, yaratılış felsefesi olan bağımsız bir inancız.
Sözlerime yakın arkadaşım ve can yoldaşım Hüsnü Çavuşun « Alevilikte Hz. Ali »nin yeri » isimli makalesinden bir bölümle devam etmek istiyorum.
« Aleviliği İslamiyetin özü olarak görenlerin ayrıca şu soruya da açıklık getirmeleri gerekmektedir : Cem, Semah, Dara çekme, bade, Müsahiplik, kadın, cennet ve cehennem, kırklar cemi, Mehdi inancı ve diğer inanç ve uygulamalar Hz.Muhammed ve Hz. Ali’nin yaşamında neden yoktu ?
Alevilerin on iki imam ve Ehl-i Beyt’le tanışması Baba İlyas ve Bektaş-i Veli’den çok sonraları (15. yüzyıl) olmuştur. Buda Safevilerin etkisine dayanmaktadır. Bunlarla tanışan Aleviler onların ezilmişliğe ve katledilmişliğe dayanan ortak yanlarını alarak içselleştirmiş ama onlar gibi de yaşamayarak kendilerini bu yolla gizlemiş ve korumuştur. Bu durum, özü korumak için biçimsel bir kabuldür. Çünkü özde bir kabul onlar gibi yaşamayı gerektirir.Fakat bu bile Alevileri katliamlardan kurtaramamıştır. Oysa tarihsel önderleri olan Hallac-ı Mansur, Nesimi, Pir Sultan, Ebul Vefa ve daha niceleri kendilerini gizlemeden canları pahasına bu inancı savunmuşlardır.
Kısacası Alevilik ne islamın içinden çıkmış ne de İslam içi ayrışmanın bir sonucu oluşmuştur. Bu nedenle gerçekte yaşamış olan Hz.Ali ile Alevi tarihinde ve deyişlerindeki Ali’yi birbirinden ayırmak önemlidir.Buradan hareketle Aleviliği, kendine özgü bir inanç olan ama farklı inançlardan da etkilenmiş bulunan, Muhammed, Ali, Ehl-i Beyt ve on iki imamları gizlenerek direnme yolunu seçmek için tarihine katmak zorunda kalmış ama zamanla bu zorunluluğa farklı anlamlar yükleyerek benimsemeye başlamış bir inanç olarak tanımlamak gerçeğe daha yakın tanımlamadır. Çünkü Alevilik, Kur-an’ın ve Hadislerin dışındadır. Farklı bir tarihsel geçmişi, inanç önderleri ve farklı mekanları bulunmaktadır.Bu bağlam da bugün biçimsel olarak “müslümanız” dense de özünde islamiyetin dışında olan bir inançtır. Ama bütün bu gerçekliklere rağmen gelinen aşamada, Hz.Ali’nin , on iki imamların ve Kerbela’nın Alevilerin yaşamında önemli bir yere sahip olduğu ve benimsendiği, bu nedenle gelinen aşamada bu değerlerin İslam tarihine iade edilmesi söz konusu olamayacağı gibi manevi açıdan da boşluklar doğuracaktır. Ama şu noktaya da dikkat ederek : Aleviliği İslamın özü olarak yaymayı ve bunu ekmek kapısı haline getirmeyi amaç edinen çıkar sahiplerinin öncelikle, “ Hallac-ı Mansur, Bektaş-ı Veli, Yunus Emre, Abdal Musa, Kaygusuz Abdal, Nesimi, Pir Sultan, Edip Harabi, Virani, Kul Himmet ve daha nice Alevi önderleriyle hesaplaşmaları zorunludur.” «
Evet işte bundan dolayı biz istesek te, hakiki müslüman bizi İslam kardeşliğinin içinde görmez. Bizim işimiz de bu İslam kardeşliğinin içinde yer almaya çalışmak değil, medeniyetin beşiği bu topraklarda, tüm inançların, tüm düşüncelerin özgürce gelişip serpilmesini sağlayacak bir ortamın yaratılmasına katkı sunmaktır. Bugün bu topraklarda ilk defa Kürt Özgürlük Hareketi sayesinde bir demokratikleşme şansı yakalanmıştır. Bu şansı tepmek bizi gelecek kuşaklara karşı suçlu hale getirir.
Aleviler de, diğer toplumsal kesimler gibi AKP-CHP ve MHP’nin sürdüdüğü düzen içi oyunlara alet olmadan, bugün zayıf gibi görünse de, Türkiye devrimci-demokratik hareketi, Sivil toplum örgütleri ve Kürt Özgürlük Hareketi eksenli ortak örgütlenmede yer alarak hak mücadelesinde hak ettiği yeri alabilir. Bugün çözüm süreci olarak adlandırılan ancak esasında siyasetin silah dışında başka araçlarla yürütülmesi olarak algılanması gereken bu süreçte AKP zihniyetinin tek başına ortak ülkemize egemen olmasının önüne geçebilecek biricik alternatif Alevilerin de içinde yer alması gereken devrimci-demokratik güçlerin birlik platformudur. Laiklik elden gidiyor diye feryat eden, ama sıra Kürtlere ve Alevilere gelince bin dereden su getirerek bu toplumsal kesimlerin istemlerini görmezden gelen CHP yönetimini yalnız bırakmak hepimizin boynunun borcudur.
Aleviler sık sık, devrimci hareketlerin önder güçlerinin Alevi kökenli olmasıyla övünürler, ama sıra bu önderlerin arkasında yürümeye gelince sırt çevirirler. Yani kendi öz evlatlarının peşinden gitmektense, devletin kurucu partisi ve bütün Alevi katliamlarında baş rol oynamış CHP’nin peşinde giderler. 1970-80 döneminde derin devlet ve faşist gürühlarca katledilen devrimcilerin büyük bir kesimi Alevi kökenlidir. 1984 yılında bu yana süren iç savaşta Kürt Özgürlük Hareketi saflarında savaşırken yaşamını kaybedenlerin önemli bir kesimi de Alevi kökenli devrimcilerdir. Ancak sıra Alevilerin hem Türkiye Devrimci Hareketini, hem de Kürt Özgürlük Hareketini desteklemeye gelince Aleviler azınlıktadır. Alevilerin ezici çoğunluğu hala kendi katili olan CHP’nin peşinde gitmektedir.
Bizim Aleviler, Türkiye Devrimci-Demokratik Hareketi ve Kürt Özgürlük Hareketi içinde Alevi gençlerinin lider konumunda olmasıyla övünürler. Ancak kendi öz evlatları bu gençlerin peşinde gitmekte ise tereddüt ederler. Aleviler’de Kürtler gibi toplumun ezilen kesiminden oldukları için doğal muhalif konumunda oldular. Devrim dalgasının yükseldiği dönemlerde en önce Aleviler bu hareketlerde yer aldılar, öncülük ettiler. Ancak tüm iyi niyete karşın, toplumun ezilen kesiminden gelen bireylerin yönetmeye çalıştığı hareketler başarılı olamadılar. Çünkü biz Aleviler ezilmişlik psikolojisinden kurtulamadığımız için, otoriter bir örgütlenme yaratmaktan uzak kişiliklere sahibiz. Bu topraklarda ise otoriter örgütlenmelerin başarı şansı vardı. Uzun vadede bu tür örgütlenmelerin ne tür yönetimlere evrildiklerini bilmek gerçeği değiştirmiyor.
Bir anlamda Tüm iyi niyetimize ve inaçlılığımıza karşın, Türkiye’de devrimci hareketlerdeki başarısızlığın nedenlerinden biri olduk biz Alevi gençleri. Elbette son 40 yıllık süreçte de biz Alevi gençleri en büyük bedelleri ödedik. Ancak önderlik etmede aynı başarıyı gösterdiğimiz söylenemez. Belki de Türkiye devrimci-demokratik hareketi Alevi yerleşim yerlerinden daha fazla diğer şehirlerde devrimci çalışma yürütebilseydi bugün bu konumda olmazdı.
Biliyorum birçok arkadaş bana eleştirel yaklaşacak. Alevi gençliğinin büyük bedeller ödediğini söyleyecek. Ben de bunların böyle olduğunu biliyorum. Ancak görünen köy kılavuz istemez. Aleviler 40 yıl önce köylü idi ve buralarda örgütlenen örgütler de köylü örgütlenmesi olarak kaldılar. Bu doğaldır. Bugün ise Alevilerin toptan ortak bir tutum alma durumu yok. 40 yıl öncesinin kapalı köy topluluğu, bugün şehirleşmiş ve sınıflara ayrışmıştır. Artık ortak bir Alevi tutumundan bahsetmek olanaklı değildir. Nitekim Alevlier de bölünmüştür. Örgütlenmeleri de bölünmüştür. Alevilik bir de kendini tarif etmekten aciz bir hale gelmiştir.
Aleviler bugün inanç kimliklerini inkar etmeyi bırakalım, aynı zamanda etnik kimliklerini de inkar eder hale gelmişlerdir. Alevi inancının yaşatılmasında umutlarını babadan oğula geçen cehaletin yuvası dedelik kurumuna bağlamış bulunuyorlar. Oysa gerici diye alay ettikleri İslam inancı bugün en modern metodlarla tüm okullarda okutulmakta. İslam İlahiyat fakülteleri yanında her cami İslamın öğretildiği bir eğitim kurumuna çevrilmiş bulunmaktadır.
Çağdaş olmakla, laik olmakla, ilerici-devrimci olmakla çok ça övünen Alevilerin ise inançlarını öğreten tek bir öğretim kurumu, tek bir Alevi akademisi bulunmamaktadır. Sormazlar mı adama? Kim ilerici, kim gerici? Bizim durumumuz işte ortada. Bugün de çözüm sürecinin arkasında nal toplamak, ağlamakla, dizimizi dövmekle meşgulüz.
Evet bu süreçte Alevilerin yeri gerçek anlamda tarif edilmemiştir. Aleviler belki de yok sayılmıştır. Ancak bunda esas suçlu bizleriz. Varlığımızı bu süreci yürütenlere gösterememişiz demek ki, şimdi görev bunu göstermektir. Aleviler bu toplumun dörtte birini oluşturmaktadır ve bu topraklarda herkes gibi hak sahibidirler. Ama aynı zamanda görev sahibidirlerde. Görevlerimizi yapacağız ki, haklarımızı isteyebilelim.
20 Nisan 2013