“İçi yalan dışı yalan
Her bakışı binbir plan
Gül boyanmış kara yılan
Abur cubur Adam
Etme dedim tutma dedim
Dostluğu unutma dedim
Sana verdiğim lokmayı
Çabuk biter yutma dedim” (Aşık Mahzuni)
Yaz geldi. Büyük şehirlere sıkışan, sıkıştırılan insanların memleketlerine akışı da başladı. Festivaller, şenlikler organize edilmeye, köylerde cemevleri açılmaya başlandı. Bazı yerlerde temellerin atılması için hazırlıklar yapıldı. “Ya haq” diyerek bu yazın gönüllerdeki gibi geçmesini diliyorum…
Gönül isterdi ki bu yazımızda dergahlarımıza akan bizlerin ruh halini yazalım. Atılacak temellerin ebedi olmasını temenni edip, “hizmetiniz haq’a yazıla” dileyelim. Ama gelin görün ki gerginlikler yaratan, tahrik eden, saldırtan siyasal iktidar yaşama dair kaygılarımızı artırmıştır. Geleceğe dair güzel şeyler düşünmemizi engellemektedir. Toplumun kendisini ifade etmesini, tarihi, kültürel varlığını sürdürebilmesini tehdit etmektedir. Başbakan ve AKP şahsında tekleştirme hareketi yeni bir şekil almışa benzemektedir. Kemalist iktidar tiplemesinden, siyasal İslam iktidarı tiplemesine geçilmiştir. Kemalist vatandaşlıktan sonra şimdi de siyasal İslam vatandaşlığı yaratılmıştır. Siyasal İslam’ın vatandaşı olmayanlara bu ülkede nelerin yapılacağının resmi de Gezi Parkı olayında ortaya konmuştur. Farklılıkların nasıl algılanacağı da bir kez daha toplumun tüm kesimlerine gösterilmiştir.
Bu durum sokakta yeni çatışmaların doğmasına zemin hazırlamaktadır. Tam da barışa dair, demokratik değişim sürecine dair umutlar gelişmişken ve bunun için Kürtler büyük fedakarlıklarla adımlar atarken, siyasi iktidarın savaşa hazırlanır gibi tüm kesimleri tahrik etmesi anlaşılır değildir. Sonuçları da kimsenin altından kalkamayacağı yaralara vesile olabilir. Yaşam üzerinde siyaset yapılmasına tahammül etmez. Edemez. Sayın başbakan Kazlıçeşme’de gövde gösterisi yaparken, Taksim’deki vatandaşlarına orantısız ve haksız şiddet uygulamıştır.
Bu ‘münferit’ olaylardan bir tanesinin hedefi İstanbul, Güngören’de Kürt Alevi aile olmuştur. Geçtiğimiz Pazar günü 70 yaşındaki Elif Y. AKP’nin gerdiği, saldırganlaştırdığı ve tahrik ettiği “dindar insanlar” tarafından saldırıya maruz kalmıştır. “Mahallemizde Hıristiyan istemiyoruz” diye sloganlar atıp, mahalleliye de tempo tutturan saldırganlar, ellerini kollarını sallayarak oradan ayrılmışlardır. Kürt kadınlarının geleneksel dövmelerini diğer saldırganlara göstermek isteyen bir kadın saldırgan, Elif Y.’nin elbiselerini parçalayarak kolundaki artı şeklindeki -ki Elif Y. “uçak gibi olsun dövmem diye bunu yaptırmıştım” diyor- bir dövmeyi göstererek “Ben size demedim mi bunlar Hıristiyan, bunlar gavur, bunları mahallemizde istemiyoruz” diyor. İşyerlerinin içine giren onlarca saldırgana bu “tespit edilmiş Hıristiyanlık” karşısındaki tavrı vahametin boyutunu gösteriyor. Saldırganlara tempo tutuluyor. Alkışlar eşliğinde saldırganların gazası kutlanıyor. Aklıselim bir iki kişinin araya girmesiyle olay son buluyor. Çağrılan polis ise her zamanki gibi saldırganların dağılmasından sonra gelebiliyor.
Böylesine kendisinden olmayana saldırma hakkını kendisinde gören anlayış demokrasi ve barış sürecini ne kadar hazmedebilir ki. Böyle bir kitle üzerinde siyaset yapmayı temel bir ilke haline getiren başbakan toplumun ötekilerine ne kadar güven verebilir. Kürtlere, Alevilere böyle fütursuzca saldırma hakkını kendinde görenler bu ülkenin nesidirler? Bu ülkenin ötekileştirilenlerine, renklerine, kültürlerine düşman olanları koruyan ve kollayan kolluk kuvvetleri kimin, neyin güvenliğini sağlıyorlar? Böylesine utanç resimlerinin doğması yaygınlaşması ve doğallaşması toplumu ciddi bir şekilde tehdit etmektedir. Birlikte yaşama arzusunu öldürmekte, şiddetin ise doğallaşmasına vesile olmaktadır.
Sayın başbakan kendi deyimiyle yüzde ellinin oyunu arkasına almış birisidir. Yüzde ellinin oyunu alabilmek siyasi bilgi ve birikim işidir. Cehalet ile izah edilecek bir durum değildir. Eğer gerçekten gelişen bir Türkiye, demokratikleşen bir Türkiye yaratılmış iddiasında isek, nasıl bu kadar sorumsuzca adımlar atabiliriz. Ortada bir cehalet yok ise bir niyet vardır. Bu niyet sokakta iyi bir niyet olarak okunmamaktadır. Sokağın görebildiğini, hissettiğini başbakan göremiyor, hissedemiyor diyemeyiz. Öyle ise geriye niyet meselesi kalıyor. Başbakanın niyeti kötüdür…
Alevilerin bugün korku siyasetine başbakan tarafından terk edilmesi, hatta bilinçli olarak oraya doğru yönlendirilmesi gibi bir durum da söz konusudur. Alevileri korkutarak, hayatlarına müdahale ederek CHP’de toplamaya çalışmak başbakanın neden temel bir siyasi hareket tarzı oluyor. CHP’yi güçlendirmek, Alevileri orada toplamak Sayın Başbakan’a ne gibi bir artı getirecek? Sokaktaki insanların birbirine düşürülmesi, Sünnilerin Alevilere saldırması, Türklerin Kürtlere saldırması üzerinden nasıl bir siyaset yapılması düşünülebilir? Bunun hiçbir ahlaki yanı olamaz. Kirli siyaset dedikleri bu olsa gerek. Siyasetin temizlenmesi, demokrasinin geliştirilmesi hedefi ile iktidara gelen AKP şimdi bunu kendisinin yapmasına nasıl izin verecektir? Yalan sahibini bulur.
Biz Aleviler açısından sürecin doğru okunması büyük bir önem arz ediyor. AKP’nin yalan siyaseti CHP’nin inkarcı ve imha siyaseti arasında bir tercih yapmak zorunda değiliz. Asimilasyonun biçimleri arsındaki fark, yanlışın yanlışla beslenmesidir. Doğru yerde durabilmek Aleviliktir. Yanlışla, başka bir yanlış düzeltilemez. Yanlışlar doğrularla düzelir. O zaman kendi doğrularımızla var olmak kaçınılmazdır. Doğru olan, hak olan, hakikat olan, halkın duruşu, talebi ve temsiliyetidir. Bu temsiliyet, yürekte birliği arzulayabilmektir. Alevilerin arzusu da budur…