Hayatımızın büyük bölümü bizim olmayan “bildiklerimiz” ve yalan üstüne kurulmuş bir tarihin gölgesinde geçti. Çocuk gözlerimizle izledik; ateş kusan “ejderhaların” dağlarımızı, mağaralarımızı ateşe verdiğini. Sevdiklerimizin, tanıdıklarımızın, akrabalarımızın kollarına kelepçe takılarak götürüldüklerini. Ölüm haberlerini. Alevi dedelerin sırtına binilip sakallarının kesilerek eğlence haline getiriliklerini, gördük, yine, yine gördük. Önce korktuk, utandık, sustuk. Sonra fısıldadık, konuştuk ve yıllar sonra haykırdık. Artık yeter!
Haykırmak daha çok acı demekti.
Yıllar acıları artırdı. Ağrıları kesinleştirdi. Acılarla gerginleşen yüzler, ateşe pervane olmuş kelebekler gibi büyük buluşmalarla harlandı boylandı. Bugüne geldik. Kaybolan yıllar ve biriken acılar tek kelimelik cümlelerde ifadesini buldu ve acılı yüzlerde bir tebessüm belirdi.
Birinci tebessüm benim yıllar önce dere yatağında bulduğum bir kasetti. Darbe sonrası yıllardı. Bize dair ne varsa yok edilmiş, toplatılmış ve yasaklanmıştı. Üstünde hiç bir yazı, etiket olmayan ve kopya olduğu anlaşılan bu kasette, Pir Sultan Abdal’a ait deyişler vardı. Büyük bir zevkle dinlemiştik. Kopyasını yapıp köye dağıtmıştık. Bizim için büyük “bir eylem”di. “Gelin canlar bir olalım”
Şimdi artık “Alevi Açılımı” olarak resmediliyor.
İkinci tebessüm bir koğuşun üst katına açılan merdivenlerindeydi. Yılların içerde kamburlaştırdığı Bahri’nin elindeki radyoda saklıydı. Kanaldaki ses Türkçe değildi. Ama tanıdıktı, bildikti, anlaşılırdı. “Ben bunu anlıyorum” demiştim Bahri’ye. O gülümseyerek “Tabi anlayacaksın Kürtçe söylüyor, sen Kürt değil misin?” demişti. Erivan Radyosu Kürtçe servisinde yanık bir kadın sesi. Yıllar sonra tahmin ettim ki Ayşe Şan’mış söyleyen. On altı yaşındaydım. Köydeki kadınların ağıtlardan sonra kulağıma müzikle birlikte düşen ilk Kürtçe ezgiydi bu. “Zimanê Kurdî zimanê me ye”
Şimdi artık “Kürt Açılımı” olarak resmediliyor.
1920’li yıllarda yapılması gerekenler şimdi yapılmak “isteniyor”. Geçmişin inkarcı ve yok sayan zihniyeti yerini kabullenme, birlikte yaşama yollarını aramaya bırakmış görünüyor. Durum göreceli olarak böyle gelişiyor ve bunun adımları “Kürt Açılımı” , “Alevi Açılımı” , olarak şimdi önümüzde duruyor. PKK Lideri Abdullah Öcalan bu durumu “Bu sürecin Cumhuriyet’in kurulması kadar derin sonuçları olacaktır. Ben Cumhuriyet’in kazanımlarını göz ardı etmiyorum ama Cumhuriyet şimdi demokratikleşecek, Cumhuriyet’in tüm olumlu yanları, kazanımları yeni döneme taşırılacak. Geç oldu ama iyi olacak. 1920’lerde yapılması gereken şimdi yapılacak.” diye özetliyor. Kaçınılmaz olarak kendisini dayatan değişimin Cumhuriyetin kuruluşu kadar derin sonuçları olacağına dikkat çekerek, süreci ne kadar önemsediğini de açıkça belirtmiş oluyor.
Peki bu kadar tarihi öneme sahip bu değişim sürecinde “Kürt Alevi”leri nerede? Ne yapıyorlar? Ne düşünüyorlar? Süreci götürmek isteyenler örneğin “Alevi Çalıştayı”na Kürt Alevilerini davet ettiler mi? Görüşlerine başvurdular mı? Yine “Demokrasi Açılımı” yapanlar Kürt Alevi kurumlarından kimlerin görüşlerini aldılar? Bu kesimlerin bu sürece katkı sunacağı hiç bir şeyleri yok mu? Soruları çoğaltmak mümkün. Fakat görülen o ki; bu konuda en çok çaba harcaması gerekenler, değişim süreçlerinde dahi görülmek istenmeyenler olmakta. Bu kesimler kendilerini sürece bir şekliyle katmak zorundadır. Değişim sürecinde kendileri için taleplerini dile getirmelidirler. Bunun için gerekli kurumsal düzenleme ve çalışmaları bir an önce hayata geçirmelidir ki; “Kürt-Alevi” açılımı anlamlı olsun.
Nov 2009