Haziranlar güzel başlangıçlar içindir demiştim bir önceki yazımda. Güneşli günlere koştuğumuzu söylemiş ve hatta geri sayıma başlamıştım. Bugün mutlu ve ıslıkla türküler fısıldayarak yayınlamak isterdim yazımı, öyle olacağını düşünmüştüm. Öncelikle belirtmek isterim mutlu değilim, ıslıkla türküler fısıldamıyorum. Sizlerin de ıslık çalacak kadar mutlu olmadığına eminim. Öfkeliyiz, mutsuz ve şaşkınız hatta maalesef bunu üzülerek ve biraz olsun hakkım varsa kızarak söylüyorum ‘umutsuzus’. Dün için çok fazla diyecek bir şeyim yok, maalesef yüzdelik oranlar hüsrana uğrattı bizleri. Sonuç olarak hiçbir devirde ve yerde olmadığı gibi bu devirde ve bugün burada da bir diktatörün seçimle gitmeyeceğini anlamış olduk. Yani umarım artık anlamış olmuşuzdur, bunun böyle olmasını şahsen çok isterim.
Hakkımı sorup kızdığım noktaya değinmek istiyorum, umutsuzluğumuz. Bir anlık öfkemizle ‘artık her şey bitti’ diyip o omuzlarımızı düşürdüğümüz an. Götürü olmayacak dalganın görüntüsüne aldanıp, yelkenleri suya indirdiğimiz o an başlıyor kızgınlığım. Aklıma, Çayanlar geliyor, Kaypakkayalar, Erdal Erenler, Mazlum Doğanlar, Börklüceler, Kemal Pirler, Seyyid Rızalar… Ve adını sayamadığım daha niceleri. Kavgamızın alevini aldığımız o umut dolu yiğit insanlar geliyor aklıma, bu kadar umutsuzluğu ve boşvermişlikleri duymak kızmaktan çok üzüyor beni. Bizim olanı kendi ellerimizle vermek ve geri çekilmek üzüyor. Oysa ne bir koltuk sevdası için, ne bir saray ne de bir kral tacı için savaşmıyorduk biz. Bu memleket bizimdi ve hala bizim. Bu dünya, meydanlar, kondular, sokaklar, dağlar, memleketin her karışının sahibi dün de olduğu gibi bugün de bizleriz. Dün sandık başında sonuçları beklerken ne kadar ümitli isek bugün de aynı ümitle yürümeliyiz.
mudunu yitirmiş ve yitirmekte olan dostlarım, sizleri umudunuzu yitirmeden daha dik, daha güçlü ve daha çok sahiplenerek kondulardan meydanlara, taşralardan sokaklara çağırıyorum. Bu haziran kanlı hazirandır, bu kanı biz devrimciler temizleyeceğiz ama seçim ile değil, kavga ile. Şafağın ilk sahipleri biziz. Bir kez daha gürleyeceğiz, bir kez daha, bir kez daha ama asla son defa değil. O kadar türkü boşa söylenmedi, o kadar can boşuna verilmedi, bugün bırakırsak yarın toparlanamayız. Bugün 22 yaşında genç bir birey olarak söylüyorum, son bir kişi kalana dek mücadeleme devam edeceğim. Kavgamı seviyorum ve sizden de umudunuzu kaybetmeden kavganızı dün olduğu gibi sevip bu kavgaya sahip çıkmanızı istiyorum. Sevgili abilerim, ablalarım ve kardeşlerim sizlere bugün müjdeli ve heyecan dolu haberler veremedim ama içimde kalan ukte ukte umutları dağıtıyorum, inancımı paylaşıyorum sizlerle. Geleceğimiz hala bizim ellerimizde, zalimin kanlı ellerine teslim etmeyin. Dün gücümü aldığım sizlerden bugün de destek bekliyorum. Öfkenizin umudunuzu yitirmesine izin vermeyin. Biliyorum yürekleriniz hala bir meşale gibi yanıyor, kavganızın ateşi hala sürüyor yüreklerinizde. Dün olmadı, bugün hala bizim, yarın güneşi doğurabiliriz bunun için hiç bir engelimiz yok. Biz hala bize ait olan yerlerdeyiz, umudunu yitirene, direnene ve inanana çağrımdır. Bizler meydanları boşaltmayacağız, susturmaya çalışacaklar susmayacağız, vuracaklar ölmeyeceğiz. Sokaklarda ve hatta kirli elleriyle koydukları zindanlarda buluşacağız ama mutlaka buluşacağız bizi birbirimizden ayıramayacaklar. Ferman padişahın, sokaklar bizimdir! Düne ağlamayın, yarın bizimdir!
…
İşler atom reaktörleri işler,
Yapma aylar geçer güneş doğarken
Ve güneş doğarken ben bir geceyi,
Bir uzun geceyi gene uykusuz
Ağrılar içinde geçirmişimdir.
Düşünmüşümdür hasretliği ölümü.
Seni, memleketi düşünmüşümdür
Seni, memleketi ve dünyamızı.
İşler atom reaktörleri işler,
Yapma aylar geçer güneş doğarken
Ve güneş doğarken hiç umut yok mu?
Umut, umut, umut…
Umut insanda.
Nazım Hikmet Ran.