Maraş Soykırımı’na Dair Geliştirilen Yanlışlıklara Dair

1-    GİRİŞ

Bir süredir sürdürülen Maraş Soykırımı’na ilişkin gerçekleri çarpıtma faaliyetleri, her fırsatta devam ettiriliyor. Cümleler ve kelimeler değişiyor, ancak gerçeği tahrif etme çabaları değişmiyor. Geliştirilen sözde iddiaya göre, mealen, “Maraş Katliamı’na dair bugüne kadar, mağdurlar başta olmak üzere Aleviler, demokratik kurum ve çevreler yapılması gerekenleri yapmamış, yapamamışlar; yaptıkları bazı şeyleri de hep yanlış yapmışlardır. O nedenle her şeye yeniden başlanması gerekiyor” deniyor.

Bol laf kalabalığından oluşan metinler, birkaç yabancı kelimeyle süslenince, bir şey söylenmiş gibi bir görüntü oluşturuluyor, ancak gerçek başka türlüdür.

Sözde iddia ve eleştiriler, hiçbir gerçekliğe dayanmadıkları gibi, yapılması önerilen hiçbir somut çözüm de içermemektedir. Çünkü burada amaç, Maraş Soykırımı konusunda gerçekleri açığa çıkartmak değil, tam tersine açığa çıkmış olan gerçeklere olan güveni sarsmak ve toplumsal bilinci bulandırmaktır. Hal böyle olunca ne gerçeğe dayanmak ne de çözüme yönelmek gerekmemekte, akla gelenler alt alta yazılarak, sözde eleştiriler yapılmaktadır.

Tabii bu sözde eleştirileri kimin, nerede söylediği önemlidir. Ancak bu sözde eleştirilerin kim tarafından ve nasıl söylendiği daha da önemlidir. Çünkü sorun kişilerle değil, yanlış görüşlerledir.

2- VAHŞETİ ANLATMAK VE TEŞHİR ETMEK NEDEN YANLIŞ OLSUN? 

Sözde eleştirilerin yoğunlaştırıldığı alanlardan birisi, “Maraş Katliamı’nın sadece vahşet üzerinden anlatıldığı” iddiası üzerinde geliştirilmiştir.

Öncelikle bir kıyımın kim veya hangi zihniyetle anlatıldığı dair bir tasnif yapılmadan böyle bir genelleme yapılması doğru değildir.  Soykırımcı politikalara karşı çıkmayan, devrimci-demokratik olmayan bir zihniyetin kıyım anlatımının, dinleyicilerde veya izleyicilerde direniş isteği yaratması beklenemez. Bu tür anlatımlar ve anlatıcılar konumuzun dışındadırlar.  Sözde eleştirilerin hedefine konulanlar, soykırımcı, katliamcı politika ve uygulamalara karşı mücadele eden, Aleviler, Kürtler, diğer ezilen toplumsal kesimler ve devrimci demokratik kurumlardır. Bu nedenle ve sorumluluk gereği belirtilen sözde iddia ve eleştirileri yakından incelemek gereklidir.

Hemen belirtmek gerekir ki Maraş Kıyımı sadece vahşet üzerinden anlatılmamıştır. Maraş Soykırımı, daha çok soykırımcı özelliğiyle anlatılmış ve tartışılmaktadır.

Elbette vahşet boyutuyla da anlatılmıştır ki anlatılması da gereklidir. Çünkü halklara ve toplumlara yaşatılan katliamlar ve soykırımlar, vahşetin en yoğun uygulandığı kanlı operasyonlardır. Yani vahşet, “toplu insan kıyımlarının” ayırt edici özelliğidir.  Dolayısıyla sözde eleştirilerin yanlışlığının anlaşılabilmesi için vahşet ile toplu insan kıyımları arasındaki, belirtilen kopmaz ilişkinin bilince çıkartılması gerekiyor.

“Toplu insan kıyımları”nda uygulanan vahşet, sadece yaptıklarından zevk alan, kontrolsüz öfke ve nefretle hareket eden sadist katliamcıların kişisel özelliklerinden kaynaklanmamaktadır.

Böyle olmasının birinci nedeni, soykırımlarda ve katliamlarda hedef kitleyi fiziken yok etmeyi amaçlayan vahşetin, soykırımcı politikanın gereği olarak, örgütlü ve sistemli biçimde, tercih edilerek ve birçok özel biçimi geliştirilerek uygulanmasıdır. İkinci olarak, sınırsız, kuralsız, ağır, kalıcı ve unutulmaz izler bırakan vahşet uygulamalarıyla soykırımcı yapı, hedef kitlenin kalanlarına korku salmak, onları sindirmek, iradesini kırmak ve direnemez hâle getirmek istemektedir.

Dolayısıyla katliamlarda ve soykırımlarda, katliamcı mekanizmanın uyguladığı vahşet, tek başına vahşet değildir. Vahşet, söz konusu soykırımcı yapının, istediği sonucu elde edebilmek ve aynı zamanda egemenlik üretmek amacıyla uyguladığı ve vazgeçmediği/vazgeçemeyeceği bir şiddet yöntemidir.

Bu gerçeği iyi bilen katliamcı/soykırımcılar, yapılan “toplu insan kıyımının” politik bir amaç taşıdığını ve bu nedenle vahşetin her biçiminin kullanıldığını gizlemek istemişlerdir. Tam da bu nedenle, katliamcı/soykırımcılar, yaptıkları kanlı “toplu insan kıyımlarını” vahşetten kopartarak “olay” olarak tanımlamışlardır. Türk devletinin yaptığı bütün soykırımları “Ermeni olayları”, “Dersim olayları”, “Maraş olayları” vb. olarak adlandırması, basit ve sıradan bir yaklaşımın değil, bu temel politikanın sonucudur. Kıyımlar böyle tanımlanarak “olay”a ilişkin toplumsal ve siyasal tepkiler, sıradanlaştırılarak söndürülmek veya bastırılmak istenmiştir.

Öyle olduğu içindir ki herhangi bir “olayın” hikâyesinde vahşet ya yaşanmamıştır ya da yaşanan vahşet daha az anlatılır. Çünkü daha çok kişisel amaçlarla sınırlı olan “olay”larda vahşet, mutlaka olması gereken bir şart değildir. Buna karşın, hiçbir katliam veya soykırım vahşetsiz gerçekleştirilemez; vahşetin olmadığı bir katliam ve soykırım söz konusu olamaz.

Bu durumda, herhangi bir katliamda ve soykırımda vahşetin yaşatılması nasıl kişisel bir tercih değilse, vahşetin anlatılması da kişisel bir tercih olarak görülemez. Tam tersine, herhangi bir katliamın ve soykırımın en doğru ve gerçek anlatımı, ancak ve ancak yapılan vahşetin anlatılmasıyla mümkün olur. Katliam ve soykırım gibi toplu yok etme uygulamalarına karşı gerçek anlamda bir duyarlılık, ancak bu şekilde yaratılabilir. Ayrıca  vahşetin anlatılmadığı bir toplu insan kıyımı, devletin dayattığı jargona uygun olarak bir “olay”a indirgenmiş olacaktır. Dolayısıyla vahşetin anlatılmaması, soykırımlara ve katliamlara karşı duyarlılığı zayıflatacaktır.

Bütün bunlardan sonra, Maraş Soykırımı’ndaki vahşetin anlatılmış olmasından hareketle, “sadece vahşet üzerinden bir anlatım” yapıldığını ileri sürmek, gerçeklere sırt çeviren ve katliamcı politikalara karşı mücadeleyi zayıflatan bir tutumdur. Yapılan bir soykırımdır ve elbette vahşet bütün ayrıntılarıyla anlatılmalıdır. Çünkü yukarıdan belirtildiği gibi kıyımlarda yaşatılan vahşetin teşhir edilmesi, soykırımlara karşı mücadelenin olmazsa olmaz argümanı ve her katliam karşıtının yapması gereken en önemli görevi ve sorumluluğudur. Bu gerçeklerin anlatılmasını basitleştirmek, hafife almak katliam karşıtlığına hizmet etmez. Hatta yaşatılan vahşetin daha etkili ve kalıcı olarak anlatılabilmesi için bütün sanat alanları değerlendirilerek romanı, hikâyesi yazılmalı; görselleri, filmleri yapılabilmelidir.

  1. a) Katliam mağdurları “Edilgen bir ruh haliyle, pasif bir şikâyet içinde” değiller

Sözde eleştiride, “Maraş Katliamı’nın… edilgen bir ruh haliyle, pasif bir şikâyet içinde anlatıldığı” belirtilmektedir.

Doğal olarak, Maraş kıyımını anlatan herkes adına genel bir belirleme yapılması doğru olmayacaktır. Ancak devrimci-demokrat çevrelerin ve demokrat Alevi kurumların yıllardır yaptıkları ya da katıldıkları Maraş Soykırımı’na karşı etkinlikler, genel olarak “edilgen bir ruh haliyle, pasif bir şikâyet içinde” değil; katliamcı, soykırımcı mekanizmayı teşhir eden ve hesap sorma bilincini ve katliamcı-soykırımcı politikalara karşı bir direniş isteğini diri tutan bir ruh haliyle yapılmıştır. Devam eden etkinlikler aynı hesap sorma bilinci ve kararlılığı ile yapılmaktadır.

O nedenledir ki yapılan etkinliklerin hemen hepsi çatışmalarla, gözaltılarla ve engellemelerle karşılanmıştır. Sivas’ta anma etkinliklerinin yapılabilmesinin ne tür mücadelelerle sağlandığı unutulmamıştır. Maraş’ta her yıl dönümünde yapılmak istenen anma etkinliklerinin nasıl engellendiği de bilinmektedir.  Bu anma ve kınama etkinlikleri, “edilgen bir ruh haliyle, pasif bir şikâyet içinde” yapıldıkları için mi devlet tarafından engellenmektedir? Öyle olmadığı, tam tersine bu etkinliklerle hesap sorma bilinci güncellendiği ve geleceğe taşındığı için devlet tarafından engellenmek istenmektedir.  Ancak bilinmelidir ki bu anma etkinlikleri her zaman ve mutlaka yapılacaktır; çünkü soykırımcılardan hesap sormaya giden yolun ilk adımı bu anma etkinlikleridir.

Bütün bunlara rağmen anma etkinliklerini sıradanlaştırarak anlatmak, hem insanların acılarına karşı duyarsız bir yaklaşım hem de soykırımlara karşı mücadeleye zarar veren bir tutumdur. Bu sözde eleştiri; her şeyi kendisiyle başlatmak isteyen, kendisinden önce olanları yok sayan, gerçekleri görmezden gelen, daha doğrusu görünmez kılmak isteyen bir yaklaşımın ürünüdür ve kitlelerin katliam karşıtı bilincini bulandırmaktan başka hiçbir işlevi olmayacaktır. Ayrıca bu yaklaşımla, vahşet anlatımlarını dinleyen kitlenin duyarsız ve edilgen insanlar olarak gösterilmesi de halkı tanımayan, halka güvenmeyen, halkı mücadele öznesi olarak görmeyen ve halka zerrece saygı duymayan sorunlu bir tutumdur.

  1. b) Kitle “Vahşet öykü ve resimleriyle” “dolduruşa” gelmedi.

Söz konusu eleştirilerin birinde, “Vahşet öyküleri ve resimleriyle dolmuş olan kitle” diye bir ifade kullanılmıştır. Böylece kitlelere vahşeti anlatmanın fazlalığı, dolayısıyla gereksizliği ifade edilmektedir. Bu ifadeye göre, katliam karşıtı kitle amiyane tabirle “dolduruşa” gelebilen iradesiz bir yığın; vahşeti anlatmak ise kendisi olamamış insan yığınını harekete geçirecek bir “dolduruşa getirme” aracı olarak tanımlanmaktadır.

En başında belirtmek gerekir ki ne kitleler “dolduruşa” getirilebilecek kuru kalabalıklardır, ne de “vahşet öyküleri ve resimleri” toplumun boşluğunu dolduracak nesnelerdir. O “vahşet öyküleri ve resimleri” denilerek basitleştirilerek anlatılan öyküler ve görseller, katliamda katledilen insanların öyküleri ve resimleridir. Onlar, insan olarak inançlarına ve kimliklerine sahip çıktıkları için; genç, yaşlı, bebek, çocuk, hasta ve kadın demeden katledildiler. Onları unutmamak; bunun için resimleri ve öyküleri tarihe ve topluma kaydetmek, ertelenemez bir insanlık görevidir. Böylesine önemli bir görevin yerine getirilmesini önemsizleştirmeye çalışmak, katliamcı ve soykırımcı politika ve uygulamalara karşı mücadele etmenin ne demek olduğunu bilmemek demektir.

Ayrıca soykırımda katledilen insanların öykülerine ve resimlerine bu şekilde saygısızca yaklaşabilmek bu kadar kolay olmamalıdır. Katliam karşıtı görünerek aynı anda bu ifadeleri yazabilmek, bu şekilde davranabilmek, ancak iki türlü mümkün olabilir: Ya büyük bir oyunculuk yeteneği kullanılmaktadır ya da büyük bir cehalet söz konusudur. Ancak her durumda katliam mağduru ve katliam karşıtı kitle, bu özensizliği kabul etmeyecektir.

Öte yandan insanlık adına bugün sahip olunan ve yarın kazanılacak olan tüm hakların tamamı, “vahşet öyküleri ve resimleriyle dolmuş olan kitleler”in eseri olacaktır. En azında toplumsal- siyasal değişimi sağlayacak olmalarından dolayı bu topluma karşı daha özenli yaklaşılabilir.

  1. c) Yapılan vahşeti anlatmak “Dram toplayıcılığı” ve “dram yüklemeleri” değildir.

Benzer bir sözde eleştiri, katledilen insanların öykülerine ilişkin bilgilerin toplanmasına ve anlatılmasına dair geliştirilmek istenmiştir. Bu anlamda vahşet bilgilerini toplamak “dram toplayıcılığı”, bunları anlatmak da “dram yüklemeleri” olarak ifade edilmiştir. Burada anlatılanın daha anlaşılır hâli şudur: Deniyor ki, Maraş Kıyımı’dan yaşatılan vahşete ilişkin bilgileri toplayarak “dram toplayıcılığı”, bunları anlatarak “dram yüklemeleri” yapmak, katliam karşıtı mücadeleye hiçbir katkısı olmayan, anlamsız ve gereksiz bir uğraştır.

Sosyal-siyasal hayattan ve somut gerçeklerden kopuk, bu sözde eleştirileri okudukça insanın tüyleri ürpermektedir. “Çöp toplayıcılığı” der gibi “dram toplayıcılığı” demek veya “kontör yüklemeleri” der gibi “dram yüklemeleri” demek… Ne demek sahiden? Bu benzetmeler, insanların acılarını hiçbir biçimde ifade etmemektedir. Buna rağmen, insanların bu unutulmaz acılarını güya anlatmak için bu benzetmelerin kullanılması, kabul edilemez, kaba, kibirli ve yürek sızlatan bir anlatım biçimidir.

O “toplanan ve yüklenen dramlarda” anlatılan hayatlar, bu topraklarda yaşamış ve söz konusu kıyımda katledilmiş insanların hayatlarıdır. Bu sözde eleştiriyi yapanlar için hiçbir şey ifade etmiyor olabilirler ama onlar, sevdiklerinin göz bebeği, çocuklarının yaslandığı dağ, annelerinin öpmeye kıyamadığı çiçekleriydi.

Onlar, bu coğrafyanın kadim halklarına yaşatılan en büyük, en unutulmaz kıyımlardan biri olan Maraş kıyımında katledilen insanların acılarının özneleridirler. O acıları yaşayan, yüreğinde hisseden ve unutmayan insanlara, insanlığa ve halklara karşı nasıl bu kadar hoyrat olunabilmektedir?

Halbuki yıllardan beri hem katliam mağdurları hem de katliam karşıtı kitleler ve kurumlar, “dram toplayıcılığı” ve “dram yüklemeleri” yapmadan ama acılarına, her durumda ve ortamda öfkesine yükleyerek paylaşmışlar ve “toplu kıyımlara” karşı kararlı bir direniş sürdürmüşlerdir.

Sözde eleştirilerde mealen, kıyımın vahşetinin dramatize edildiği şeklinde bir anlam çıkmaktadır. Belirtilmelidir ki soykırımlarda ve katliamlarda yaşananlar zaten en büyük dramdır; ayrıca bunları kurgu ile “dramatize etmek” gerekmez. Söz konusu iddiayı ileri sürmek, gerçeklere ne kadar uzak olunduğunu açıkça göstermektedir.

  1. d) Vahşet anlatılınca direniş reddedilmiş olmaz.

Aynı sözde eleştiride, “Maraş Katliamı’nın… direniş boyutunun anlatılmadığı, böylece kıyımlara karşı duyarlılığın pasifize edildiği” şeklinde bir iddia geliştirilmeye çalışılmaktadır. Bir başka yerde benzer eleştiri mealen, “vahşetin anlatılmasının direnişin anlatılmasını zayıflattığı” ve bir “sızlanma” hâli yarattığı ileri sürülmektedir.

Her üç sözde iddia da hem yanlış hem de kıyım ve soykırımlara karşı Alevi ve demokratik-devrimci kurumların ve kamuoyunun yaptıklarını hiçleştiren, sürdürülen mücadeleyi küçümseyen, yaratılan duyarlılığı hafife alan bir tutumdur.

Birincisi, devrimci demokratik çevrelerin katıldığı bütün etkinliklerde, Maraş Soykırımı’na karşı, birleşen devrimci kurumların halkla birlikte geliştirdikleri direniş, ısrarla ve örnek gösterilerek anlatılmaktadır. Çünkü kıyımların hesabını direnen kitleler ile birlikte hareket eden devrimci güçler soracaklardır. İkincisi, vahşetin anlatılması kıyımlara karşı duyarlılığı pasifize etmez, direnişin anlatılmasını zayıflatmaz. Tersine, vahşetin anlatımı direnişin anlamını ve gerekliliğini ortaya koyan en güçlü argümandır. Üçüncüsü, vahşetin anlatılmasının “sızlanma” olarak gösterilmesi somut gerçekliğe uygun değildir, ayrıca kıyıma karşı yapılan etkinlikleri küçümseyen üsttenci bir yaklaşımdır.

Çünkü kıyım mağdurları ve devrimci-demokratik güçler; Kürtler, Aleviler yıllardan beri hem vahşeti anlatmakta hem de kıyımlara karşı kararlı bir mücadele sürdürmektedirler. Aynı şekilde, bu iddia masum da değildir. Çünkü Alevilerin ve devrimci demokratik güçlerin katliam karşıtı mücadelelerinin görünmesini engellemeye çalışan, süreci kendisiyle başlatmak isteyen bir manipülasyon yapılmaktadır.

Öte yandan, vahşete maruz kalanlar, en somut biçimde direnen insanlardır. Bu insanlar, zalimlere duydukları hınçlarından aldıkları güçle en doğal savunma refleksleri oluşturmuşlar ve direnmişlerdir. Ve bu insanlar, vahşeti anlatırken aynı zamanda direnişlerini de anlatmakta ve direnişin gerekliliğinin kavranmasına büyük katkı sağlamaktadırlar. Dolayısıyla bu sözde eleştiri, gerçeği ters yüz eden, ayakları yere basmayan, uçuk ama aynı zamanda zararlı bir eleştiri olarak görülmeli ve mahkûm edilmelidir.  Görüldüğü gibi, katliamlarda ve soykırımlarda halklara yaşatılan vahşetin anlatılmasını; düzey, içerik ve biçim olarak doğru bulmayan anlayışın hiçbir argümanı ikna edici değildir.

Ayrıca tarihsel yaşanmışlıklara bakılarak bu sözde iddiaların çarpıklığını anlamak mümkündür. Dünyanın neresinde olursa olsun, yapılan katliam ve soykırımlarda insanlara ve toplumlara yapılan vahşet, sadece dönemsel olarak değil, bütün tarihsel süreç boyunca ve her araç/yöntem kullanılarak anlatılmıştır. Ermeniler, kendilerine yaşatılan soykırımın vahşetini dünya halklarına aktarmak için sayısız eser üretmişlerdir.  Yahudiler, kendilerine yaşatılan soykırımın vahşetinin insanlığın hafızasında silinmeyecek şekilde iz bırakması için her türlü fedakârlığı ve çabayı ortaya koymuşlardır. İnsanlara ders olması için, soykırımın yapıldığı toplama kampları müze yapılmış; çeşitli anıtlar dikilmiş, tablolar çizilmiş, romanlar yazılmış, binlerce doküman üretilmiştir. Kürdistan’da öz savunma eylemleri döneminde evlerde bulunan insanların yakılarak katledilmelerinin belgeseli, romanı, hikâyesi boşuna mı yazılıyor? Bu mantıkla, soykırımlara ve katliamlara karşı “iyi ki yapılmış” denilmesi gereken, her eser, her çalışma gereksiz ve anlamsız gibi sunulmak istenmektedir. Bu tutumun ve zihniyetin neresi soykırım ve katliam karşıtıdır? Tek başına bu gerçeklik, vahşetin neden anlatılması gerektiğinin anlaşılması için yeterlidir.

  1. e) Kıyımları kınamak ve vahşeti anlatmak, “aşılması gereken bir gelenek” değildir

Yapılan sözde eleştiriye göre, anma/kınama etkinliklerinin yapılması ve vahşetin anlatılması, “aşılması, kırılması gereken bir gelenek” olarak sunulmaktadır. Oysa katliamları ve soykırımları kınama, katledilenleri anma etkinlikleri “aşılması gereken” bir gelenek değil, istikrarla ve ısrarla sürdürülmesi zorunlu olan ve hesaplaşmanın başka yöntem ve biçimlerini dışlamayan bir anlatım biçimidir.  Aynı şekilde bu etkinliklerde gerek tanıkların anlattıkları gerekse yapılan değerlendirmeler, katliam karşıtı bilincin gelişmesini ve canlı tutulmasını sağlayan önemli bir sosyal- siyasal aktivitedir.

Aynı şekilde, anma/mahkûm etme etkinliklerinin “Mağdurların sadece diğer mağdurlarla karşılaştığı geleneksel anma ve hatırlama biçimleri” olarak tanımlanması da başlı başına sorunlu bir yaklaşımdır. Burada hafife alınarak basit bir karşılaşmaya indirgenen anma etkinlikleri, her şeyden önce soykırımcı politika ve uygulamalara karşı mücadelenin kitleselleştirilmesini sağlayan bir araç olarak işlev görmektedir. Ayrıca bu an’lar, hem mağdurların hem demokratik kamuoyunun hayatının en unutulmaz acılarının yaşandığı an’ların hatırlanmasıdır. Hatırlamak, hatırlatmak; acıları tekrar tekrar yaşamak ve yaşatmak, direnişin bir diğer biçimidir.

Buna rağmen vahşetin anlatımının, hesaplaşmaktan vazgeçilmek gibi sunulması ve anma/kınama etkinliklerinin aşılmasının önerilmesi, bir yanda gerçeğin çarpıtılması; bir yandan da toplumsal mücadeleye zarar veren fantastik bir yaklaşımdır. Bir yanda soykırımlara/katliamlara karşı yapılabilenin bile yapılmasını istenmemek, diğer yandan hiçbir şey yapılmamış, yapılmıyor diye güya eleştiri geliştirmek, kuşku yaratan bir tutum değil mi? Birisinin yapılabilecekleri yapmayarak durmadan sözde eksikliklerden söz etmesi, bir şey yapmaya niyetinin olmamasındandır.

  1. f) Yeni kuşakları ilgisizlikle yaftalamak haksızlıktır.

Vahşet anlatımının “yeni kuşakların ilgi ve alakasını giderek zayıflattığı” belirtilmektedir. Bu argüman da doğru değildir. Vahşetin anlatılmasının, katliamın veya soykırımın anlaşılmasını sağlayacak en önemli verilerden birisi olduğu, yukarıda ve çeşitli yönleriyle belirtilmiştir. Buna rağmen böyle bir iddiada bulunmak, yapılması gerekeni yapmaktan kaçınmaktır.

Ancak dünyanın her tarafında, katliam, soykırım ve savaş haberleriyle büyüyen; oyunlarında bile en çok savaş araçlarını kullanan yeni kuşakların, tarihsel yaşanmışlıklarla ilgili anlatılanları dinlemekten rahatsız olmalarından söz edilebilir. Gençlerin mevcut durumda kendilerini ve geleceklerini ilgilendiren gelişmelere karşı ilgisizlikleri genel bir sorundur ve birçok nedeninden söz edilebilir. Dolayısıyla Maraş kıyımında yaşanan vahşetin anlatılmasının, yeni kuşakların ilgisizliğine yol açtığını ileri sürmek, diğer iddialarda olduğu gibi gerçekle hiçbir yakınlığı olmayan bir iddia olur.

Böyle anlamsız iddiaların yerine, gençlerin çok çok ilgisini çekmesi sağlanmış olan savaş oyunlarının ve haberlerinin yaygınlığına itiraz edilmesi daha doğru olurdu.

  1. “SESİMİZİ DUYAN VAR MI” DEMEK YANLIŞ VE YANILTICIDIR

Sözde iddia sahibi, Maraş soykırımını yaşamış “Mağdurlar hâlâ Türkiye toplumuna sesleniyor… Sesimizi duyan var mı? diye soruyor. Sözünün muhatabındaki karşılığını arıyor.” Bu cümleyle mağdurların güya ruh hâlini, yani çaresizliklerini anlattıklarını sanmaktadır.

Bu ifadelerle Maraş kıyımı, yalnızca mağdurların sorunuymuş gibi sunulmakta; katliam mağdurları ise sorunlarını çözmekten aciz, bir köşeye sinmiş, etkisiz ve edilgen bir topluluk gibi gösterilmektedirler. Katliama maruz bırakılmış olan Türk-Kürt Alevi kitlesini bu durumda görmek ve göstermek yalnızca gerçek dışı değildir, aynı zamanda kitlelere tepeden bakan ve hiçbir sorunun çözümüne hizmet etmeyen bir yaklaşımdır.

Birincisi, katliam ve soykırım karşıtı mücadele sadece ve tek başına katliam mağdurlarının sorunu değildir. Çünkü bu mesele iki karşıt grubun “alacak verecek” meselesi değildir. Yapılan toplu insan kıyımı, soykırımcı politikaların sonucu olarak uygulanmıştır.  Yani sorun politiktir. O nedenle gerek katliam döneminde gerekse bugüne kadar olan süreçte Türkiye ve Kürdistanlı bütün Alevi toplumu, demokrasi güçleri ve halklar, söz konusu kıyımı kendilerine yapılmış bir kıyım olarak kabul etmişlerdir. Buna karşı mücadeleyi de asli görevleri olarak benimsemişlerdir.

Türkiye ve Kürdistan’ın her tarafında yaşayan Alevilerin ve bütün demokrasi güçlerinin Maraş kıyımına ilişkin olarak, her yıl anma/kınama etkinlikleri düzenlemelerinin nedeni budur. Bu yaklaşım aynı zamanda doğru olandır. Elbette daha fazlasının yapılması gereklidir, arzu edilendir.  Ancak katliama karşı daha fazlasını yapmak, kişilerin fantezileriyle değil, toplumsal ve siyasal mücadele dinamiklerinin gücüyle belirlenmektedir.

Öte yandan, kıyımın hedefi olan toplumun büyük çoğunluğu hem katliam öncesinde hem katliam döneminde hem de sonrasında, katliamcı sisteme ve politikalara karşı sürdürülen mücadelenin içinde, en aktif ve en dinamik unsur olarak yerini almıştır. Türkiye ve Kürdistan’da faaliyet yürüten bütün anti-faşist, demokratik kurumların ve demokratik Alevi kurumlarının temel kitlesinin katliam mağduru Maraşlı, Malatyalı, Çorumlu ve Dersimli insanlardan, çocuklarından ve torunlarından oluşmasının nedeni budur.

  1. “BAŞKA ANLATMA VE HATIRLAMA” BİÇİMLERİ BÖYLE ARANMAZ

Belirtilen iddia ve eleştirileri geliştiren “Alevisever”, belirttiği eksikliklerden kurtulabilmek için Alevilerin önüne, “başka anlatma ve hatırlama biçimlerini bulma” görevini koymuştur. Elbette bu “büyük tespiti” yaptığı ve Alevilere böyle bir “yol gösterdiği” için büyük bir minnettarlığı hak ettiğini düşünüyor olmalıdır.

Ancak bu iyiliğin bir eksiği bulunmaktadır.  Verilen bu görevi yapabilmek için hiçbir araç sunulmamıştır. Mesela verilen görev kapsamında bugüne kadar yapılmamış, düşünülmemiş, yeni ve  orijinal bir proje veya yol haritası sunulmamıştır?  Aynı şekilde  “şu olursa soykırımcı politikalarla hesaplaşma gerçekleşir ve bir daha soykırım yapılamaz” denilerek bir öneri geliştirilmemiştir?  Böylesine ön açıcı fikir ve öneriler olmadan bu edilgen ve şikâyet etmekten başka bir şey yapamayan Aleviler ne yapacaklar?  Bu konularda eleştirici “Alevisever”, hiçbir fikir geliştirmemektedir. Neden bu kısırlık? Çünkü bu eleştirileri yapanın düşünsel dünyasında orijinal hiçbir proje ve öneri yok da ondan. Bütün yapılan, en kolay yapılabilendir; o da yapılmış olanları hiçleştirmek, yok saymaya çalışmaktır.

Maraş kıyımının hesabının sorulamamış olması, bu sözde eleştirilerin çıkış noktası olarak düşünülmüşse, bu da ortada büyük bir öngörüsüzlüğün olduğunu gösterir. Bilindiği gibi —ve ne yazık ki— bu topraklarda 1915 Ermeni Soykırımı dahil, yapılan hiçbir soykırımın ve katliamın hesabı henüz sorulamamıştır. Bu durumda halkları suçlayarak sorunu izah etmeye çalışmak, apolitik bir yaklaşımın ifadesi olabilir ancak. Çünkü hesap sormak, uzun vadeli bir mücadelenin sonunda kazanılacak olan politik bir güç sorunudur. Kimsenin kuşkusu olmasın: Aleviler dün nasıl yapılanlara karşı direnmişlerse, bugün de direnecekler ve yapılanların hesabını soracaklardır.

Bilinmelidir ki tarihleri boyunca toplumsal yaşamları mücadelelerle geçen Aleviler, ne yapacaklarını bir “Alevisever”den öğrenmeye gerek görmeyecek kadar bilgi ve tecrübe sahibidirler. Her biçimine ve her yöntemine hazır olan ve her bedeli göze alarak bu yolu yürüyenler, düşe kalka da olsa öğreniyorlar. Masa başında klavyelerle akıl verenleri, yol-yordam çizenleri de dinlemek ve okumak yeterli olmaktadır.

Son bir nokta: Bu eleştirileri yapan “Aleviseveri”, Alevilere yapılan vahşetin teşhir edilmesinden neden bu kadar rahatsız oluyor? Vahşeti yapanların bundan rahatsız olması anlaşılır da vahşet karşıtı olduğunu ileri süren ve yıllar boyunca devletin sunduğu konforlu ortamlarda “liberal solculuk” yapan birisinin, Alevilere yapılan vahşetin anlatılmasından rahatsız olması izaha muhtaç bir gerçeklik değil midir? Bu durumda “Alevisever” için en iyisi, gölge etmemesi olacaktır. Ve şundan emin olmak gerekir ki Alevi toplumu ve Alevi kurumları ile bütün demokratik kurumlar, Alevileri böyle “Alevisever”lerden koruyacaktır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Diğer Yazıları