2 Temmuz 1993’te Sivas’ta yaşananlar, bu ülkenin toplumsal belleğinde, hâlâ açık bir suç mahallidir. O gün Madımak Oteli’nde yakılarak katledilen 33 canın çığlığı o binanın içinde kalmadı; tüm Türkiye’de adaletsizliğin, inkârın ve organize şiddetin sesine dönüştü.
Bu katliam, otelin önündeki bir grubun öfkesiyle açıklanamaz; “devletin göz yumduğu” değil, bizzat planlayıp yönettiği bir organizasyondur. Güvenlik güçlerinin saatlerce seyirci kalması, vali ve emniyet müdürünün bilinçli şekilde müdahaleden kaçınması, olaydan sonra hiçbir gerçek failin cezalandırılmaması… Tüm bu unsurlar, Madımak Oteli’nin etrafında dönenlerin bir “kaza” ya da “taşkınlık” değil, bir devlet politikası olduğunu kanıtlamaktadır.
Devletin İnkârı, Katliamın Devamıdır
Dönemin iktidarları, olayın gerçek boyutlarını gizlemek için ellerinden geleni yaptı. Yargılama süreçleri göstermelikti; birçok fail beraat etti ya da kaçtı. 2012 yılında zaman aşımı kararıyla birlikte devlet, bu suça bir de resmi kalkan ekledi. Dönemin Başbakanı bu kararı “milletimiz için hayırlı olsun” diyerek meşrulaştırmaya çalıştı. İşte bu söz, devletin yalnızca faili değil, aynı zamanda savunucusu olduğunu açıkça ilan etmesidir.
Madımak Katliamı, Maraş’ta, Çorum’da, Gazi Mahallesi’nde yaşananlarla birlikte ele alındığında, Alevilere karşı sürdürülen sistematik bir imha ve sindirme politikasının parçasıdır.
Madımak Hâlâ Müzeye Dönüştürülmedi: Çünkü Suçun İtirafı Olur
Aradan 32 yıl geçmesine rağmen Madımak Oteli bir “utanç müzesi” yapılmamıştır. Çünkü o binanın içine giren herkes, sadece yanmış bedenleri değil, devletin organize ettiği bir katliamın izlerini görecektir. Suçla yüzleşmek istemeyenler, tarihle hesaplaşamazlar.
Türkiye Cumhuriyeti, gerçek anlamda demokratikleşmek istiyorsa; önce Sivas’la, Madımak’la yüzleşmelidir. Bu yüzleşme yalnızca özür dilemekle değil, siyasi sorumluluğu açıkça tanımakla mümkündür.
Alevi Kadınlar Üç Katmanlı Görünmezliğe Mahkûm Edildi
Madımak’ta yaşamını yitirenler arasında kadınlar da vardı. Ancak bu katliamda kadınlar yalnızca bedenleriyle değil, sesleriyle de yok sayıldı. Kadın olmak, Alevi olmak, emekçi olmak… Bu üçlü kimlik, kadınları sistematik olarak görünmez kıldı.
Katliamdan sonra kadınların yaşadığı travmalar, dışlanmalar, bastırılmalar konuşulmadı. Oysa o gün orada, yanan sadece insanlar değil; Alevi kadınların direniş belleği de ateşe verildi. Bugün hâlâ Alevi kadınlar, inançsal, toplumsal ve cinsiyet temelli ayrımcılığın yükünü birlikte taşıyor.
Aleviler Bu Süreçlere Yenik Düşmemeli: Mücadeleyi Büyütmenin Zamanıdır
Aleviler, bu ülkenin asli kurucu unsurlarından biridir. Ancak bu kadar tarihsel acıya, katliama ve dışlanmaya rağmen hâlâ eşit yurttaşlık hakkı anayasal güvence altında değildir. Laikliği yalnızca kâğıt üzerinde savunan devlet, uygulamada Alevileri yok saymaya devam etmektedir.
Bu gerçekler karşısında Alevi toplumu artık sadece anmakla yetinmemeli; örgütlü ve kurumsal mücadeleyi daha ileri bir seviyeye taşımalıdır.
Alevi kurumları güçlendirilmelidir.
Genç kuşaklar, inançsal ve siyasal bilinçle yetiştirilmelidir.
Kadınların öncülüğü desteklenmelidir.
Ulusal ve uluslararası kamuoyuna seslenilmelidir.
Sadece Türkiye’de değil, Avrupa’daki Alevi örgütleriyle de dayanışma büyütülmelidir.
Çünkü adalet, kendiliğinden gelmez; mücadeleyle kazanılır.
Unutmadık, Unutmayacağız
Affetmeyeceğiz
Sivas Katliamı, ne zaman aşımıyla biter, ne de iktidarların unutturma çabasıyla silinir. Bu halk unutmaz. Bu halk affetmez.
Madımak bizler için hâlâ yanmakta olan bir adalet çağrısıdır.
O binanın duvarlarında, katledilenlerin isimleri kadar; bu devletin inkârı, suçu ve suskunluğu da yazılıdır.
Ve biz bu katliamı unutmayacağız.
Unutmak, suça ortak olmaktır.
Unutmayacağız; çünkü biz yanmadık, ayağa kalktık.