Hakikat arayışı

“Her sabah kalktığım zaman kendi kendime şöyle söz veririm: Dünya üzerinde vicdanımdan başka kimseden korkmayacağım!”  Mahatma GANDHİ.

Tarih ve zaman içinde yürüyüş yani “hakikat arayışı”, yaşama anlam yükleme çabası olarak hep var olmuştur. Peki, hakikat nedir?  Özgür kimlik, Özgür toplum için mücadele etmektir hakikat! Güzelliğin en değerlisine ulaşmaktır, Zerdüşt’te, iyilik ve aydınlıktır hakikat! Mansur’da, Enel Hakk’tır, Nesimi’de Kul’a minnet eylememektir, Şeyh Bedreddin’de direnmektir, Pir Sultan’da, Yol’unda dönmemektir hakikat! Davaya inanmaktır, uğruna fedakârlık yapılacak kadar yüceden de yücedir hakikat! Koçgiri’de Zarife Ana ve Alişer, Dersim’de Pir Seyid Rıza olup boyun eğmemektir hakikat! Deniz’ler de, Mahir’ler de, İbrahim’ler de, Kemal’ler de, Mazlum’lar da, Erdal Eren’ler de, Özgürlük ateşidir hakikat!

Bilim, Sosyoloji ve Felsefede doğruya ve bilgeliğe ulaşmaktır hakikat! Demokrasi, barış, eşitlik ve özgürlük için mücadeledir hakikat! Özgürlük ve barış sevdalılarının gözlerindeki umut ışığı, yüreklerindeki inanç ve dava adanmışlığıdır hakikat! “Keşke canımdan daha kıymetli bir şeyim olsaydı da verebilseydim” demenin yüceliğidir hakikat! İnsanlığa, doğaya, özünde tüm evrene, demokrasiye, barışa, özgürlüğe ve eşitliğe sevdalı olmaktır hakikat! Aşk-ı özgür kılan bilgeliktir hakikat! Hep birlikte bir CAN olmaktır hakikat!  Derviş-i bir aşk’tır hakikat! ! Kısacası ben kimime aranan cevaptır HAKİKAT!

Hakikat arayışı uğruna yürütülen tüm mücadeleler tarihsel ve toplumsaldır. Tarih içinde toplumun adalet, özgürlük ve eşitlik arayışı yürüyüşü bugüne dek süre gelmiştir. Var olan bu hakikat asla inkâr edilemez, görmezden gelinemez ve yok sayılamaz. Bazı şeyler yaşanırken belki fark edilmeyebilir ama tarih devam eden bu yürüyüşü bundan öncekiler gibi yine kaydedecektir. Yürüyüş derken hakikate sahip çıkmayı kast ediyorum. Bu mücadeleci yürüyüşü tarihi kılan, hakikatten yola çıkıp bu temelde bunun ideolojisini, ilkelerini, vicdanını, politikasını, kültürünü, ahlakını, tarzını oluşturmak ve bunları en güzel, en doğru şekilde hayata geçirmek içindir bütün çabamız…

Bu toprakların bir kültürel, ahlaksal ve de siyasal rönesans’a (yeni laik-demokratik-eşitlikçi ve özgürlükçü bir anayasaya) ihtiyacı olduğunu hepimiz biliyoruz ve bu yönde toplumda yaygın kabul gören bir düşünce de var. Yeni bir uygarlık’sal sentezin neden kültürel, ahlaksal ve siyasal dayanaklara bağlı olarak gelişebileceği, kültürün ve ahlakın neden temel faktör olarak öne çıktığı yıllardır yaşadıklarımızdan (‘çektiklerimizden’) anlaşılmıştır. Yeni bir uygarlık’sal doğuş için, iktidarlaşmış siyasal ahlakın yerine, temel rol oynayacak faktör olarak çoğulcu demokratik kültür olgusunun ön plana çıkması, aynı zamanda mevcut yıkıcı kapitalist uygarlığın anti tezini doğuracak mekânların bu kadim topraklar olacağı da kesin ve kaçınılmaz bir gerçekliktir.

Bu kadim topraklar neolitik çağdan bu yana yaklaşık 10-12 bin yıllık (Urfa/Göbekli Tepe ve Çorum/Alacahöyük) geçmişe dayanan köklü bir kültürel birikim ve kimliğe sahiptir. Görülüyor ki; insanlığa yeniden bir çıkış yaptıracak olgu, kökleri tarihin derinliklerinde bulunan bu topraklar üzerindeki zengin kültürel mirastır! O halde şunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bundan 12 bin yıl önce ilk kez bu topraklarda neolitiği doğuran kültür geleneği, insanlığın yeni bir arayış içinde bulunduğu çağımızın bu kaotik döneminde uygarlık nehrinin kendine yeni bir mecra bulup yoluna devam etmesinde başat rol oynayacaktır.

Her şeyden önce bu kaotik ortamdan çıkmak için zamanın ruhu iyi anlaşılmalıdır. Zamanın ruhunu anlamayanlar, adalet, özgürlük ve eşitlik hakikatini de anlayamazlar. Adalet, özgürlük ve eşitlik hakikatinin merkezinde insan vardır. Ama nasıl bir insan? Tarih ve zaman bilincine kavuşmuş ahlak ve vicdan sahibi bir insan… Eğer bir toplum (insan-birey) gaflet içindeyse, tarih ve zaman o toplumun (insanın-bireyin) şahsında durmuştur. Bir doğruyu ortaya çıkarmak önemlidir, fakat daha da önemli olan doğruya gerçeklik kazandırmaktır. Doğrunun düşünce tarzında dile getirilişi, yeşerme şansı olan ama henüz yeşermemiş bir bitkiye ya da tohuma benzer. Pratik ise sabırla büyük bir azimle onun yeşermesini sağlamaktır. Bu, aynı zamanda hakikate ulaşmanın temel yasasını da oluşturur…

İnsanlık tarihi hak arama (adalet-eşitlik-özgürlük) tarihi ile doludur! Hakikatin temel yasasına uyulması halinde, imkânsızlık imkâna dönüştürülür, güçsüzlük güç olmakla telafi edilir. Çözümsüzlük çözümle, çürümüşlük onurlu duruşla ortadan kaldırılır. Asimilasyonun ve manipülasyonun önüne bilgiyle geçilir. Tarihten günümüze kadar da hep böyle olmuştur. Her dönem imkânsızlıklar imkâna, güçsüzlükler güce, çözümsüzlükler çözüme kavuşturulduğunda hakikate ulaşılmıştır. Emekçilerin, ezilenlerin ve inkâr edilenlerin oluşturdukları demokratik güç birliktelikleriyle bu topraklar üzerinde hak ve adalet anlayışı yeşerecek ve ülkenin dört bir yanına kök salınacaktır.

“Adalet yürüyüşü”nde çekilen bu fotoğraf vicdanı ve siyasal ahlakı temsil ediyor… “Bedeli ne olursa olsun, onurlu bir gün yaşamak, onursuz 100 yıl yaşamaktan iyidir!” Büyük bilge Orhan DOĞAN; “bir yerde zulüm varsa ve tek tükürük hakkım olsaydı, zulmü yapana değil sessiz kalanın yüzüne tükürürdüm” diyor. Çünkü zulme sessiz kalanlar, zulme sesiz kalarak zulüm yapanların safında yer alarak toplumsallığın önüne çit çekiyorlar…   Aşk İle.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

EN SON EKLENENLER