“Şu anda İstiklal Caddesi’nde Galatasaray Lisesi önünde devam eden eylem engellemelerle baskılar İnsan Hakları Derneği’nin olduğu sokakla sınırlandırılmak, sıkıştırılmaya çalışılsa da bütün bunlara rağmen 825 haftadır yakınlarının akıbetini sormaya devam ediyor.”
Türkiye, özellikle siyasi tutuklulara yönelik uygulanan sistematik işkenceler ve hapishanelerde yaşanan açlık grevleri, ölüm oruçları ile gerek Türkiye gündeminde gerek Dünya kamuoyunda genişçe yer buldu.
Türkiye de özellikle cezaevlerinde yaşanan hak ihlalleri çoğu zaman cezasızlık politikalarıyla kapatıldı. HDP Kocaeli milletvekili ve meclis insan hakları inceleme komisyonu üyesi sayın Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun uzun bir zamandır meclise ve adalet bakanlığına verdiği soru önergeleri ile Türkiye cezaevlerinde ve gözaltındaki sistematik işkence olayları, çıplak arama sorunlarının üstüne gitmeye çalışıyor.
Ülkenin yarısının “terörist” ilan edildiği günümüzde toplumu koruması gerekenlerin, toplum aleyhine karakollarda, cezaevlerinde ve hatta sokak ortasında dahi çok rahat işkence ve tacizde bulunduklarını basından, televizyonlardan görebiliyoruz.
Dün birinci bölümünü yayınladığımız Ömer Faruk Gergerlioğlu ile söyleşimizin ikinci bölümü: HAK İHLALLERİNE KARŞI, UMUDUN YEŞERTENLER ‘CUMARTESİ ANNELER’
Konu buraya gelmişken yıllardır gözaltında kaybedilen çocuklarını arayan “Cumartesi Anneleri”nin talepleri konusunda neler söylemek istersiniz?
Cumartesi Anneleri Türkiye’nin büyük yarası. 1995’ten beri Türkiye’nin bitmeyen yarasın Cumartesi Anneleri. Cumartesi Anneleri maalesef Beyaz Toroslarla kaçırılan insanlardan sonra ortaya çıktı. Anneler, kardeşler gözaltına alınan ve sonra ortadan kaybedilen yakınlarının, çocuklarının, eşlerinin, kardeşlerinin peşine düştüğü çok acı hikayelerin olduğu ve yüzleşilmesi gereken Türkiye’nin karanlık sayfalarından biri aslında. Herkes neyin ne olduğunu biliyordu resmi görevliler tarafından birileri kaçırılıp gözaltına alınıp bir yerlerde tutuluyordu, öyle bir zamandan geçtik ve geçiyoruz ki insanlar yakınlarının cesetlerini buldukları için kendilerini şanslı sayıyorlardı. Dediğim gibi kimisinin cesedi bulundu, kimisinin ne cesedi bulundu ne kemikleri bulundu. Devlet görevlisi veya polis olduğunu söyleyen birileri tarafından bir gün evinizden ya da sokakta alınıyorsunuz ve bir daha sizden haber alınamıyor. Yıllarca anneler, kardeşler yakınlarının geri dönmesini beklediler. Bu uğurda yakınlarını beklerken hayatını kaybeden anneler oldu, 95 yılın da doğanlar şimdi 26 yaşlarındalar, yakınları kaybedildiğinde doğanlar şu an 26 yaşında birer genç oldular. Ama kaybedilenler yine bulunmadı, kapılarını açık bırakıp “belki bir gün gelir” diyen anneler çok uzun süre beklediler ve halen de bekliyorlar ama çocuklar geri dönmediler. Çünkü; o çocuklar gözaltında, işkenceli sorgularda bir şekilde yok edilmişlerdi. Bunları herkes gibi onlarda biliyordu ama anneler, eşler, kardeşler bütün bu kendilerine yaşatılan bu insanlık ayıplarını ortaya dökmek için ısrarla, inatla eylemler yaptılar ve yakınlarını istediler. Cumartesi Annelerinin sürdürdüğü bu eylem Türkiye tarihinin en uzun soluklu ve 4. kuşağa devreden eylemi oldu. 1995 de başlayan bu eylem bir müddet kesintilere uğrasa da ama sonra yine devam etti ve halen devam ediyor. Şu anda İstiklal Caddesi’nde Galatasaray Lisesi önünde devam eden eylem engellemelerle baskılar İnsan Hakları Derneği’nin olduğu sokakla sınırlandırılmak, sıkıştırılmaya çalışılsa da bütün bunlara rağmen 825 haftadır yakınlarının akıbetini sormaya devam ediyor. 825 haftadır yaşlısı, genci, kadını, erkeği ile Cumartesi Meydanı ismini verdikleri Galatasaray Lisesi önünde insanlar yakınlarını istemeye devam ediyor, tüm darp edilmelere, dayak yemelerine, yerlerde sürüklenmelerine, gözaltılara rağmen bırakmadılar yılmadılar. Şu anda da pandemi döneminde yasaklara rağmen, sanal ortamdan yakınlarını aramaya devam ediyorlar. Maalesef Türkiye’de 1990’ların beyaz Torosları yerine, siyah Transporterlar geldi. Yani değişen bir şey yok Türkiye’de, sadece araba modelleri teknolojiye göre değişti. Eski tas, eski hamam. Hukuksuzluklar diz boyu, kaçırılan insanlar, tüm kesimlerden olabiliyor siyasi veya adli fakat bu konuda bir açıklama yapma ihtiyacı hisseden bir devlet yok karşımızda.
Bildiğiniz gibi yıllardır her türlü yasal hakları yok sayılarak PKK lideri Abdullah Öcalan’a ve yanında bulunan tutuklulara tecrit uygulanmaktadır. Bu konuyu nasıl değerlendirmek gerekir?
Evet tecrit tüm Türkiye cezaevlerinde devam ettiği gibi İmralı’da da devam ediyor. Türkiye’nin Barış umudu görüşmelerin sağlanmasıdır, çözüm süreçlerinin sağlanmasıdır. Kürt meselesi de, diğer insan hakları sorunların da olduğu gibi devlet eliyle ortaya çıkarılmış sorunlardır ve bu yüzden olay bir kangren haline gelmiştir. Çatışmalara dönmüştür, hiç kimse çatışmaları istemez, ölmek İstemez, hiç kimse çocuklarını çatışsın diye, silah kullansın diye doğurmaz, hiçbir anne çocuğu ölsün diye doğurmaz ama Türkiye’de adalet sadece kitaplarda kalan ve günlük konuşma içinde kullandığımız bir kelimeden öteye gitmediği için ve yaşanan bu adaletsizliklere en fazla uğrayan Kürtler olunca, Kürt meselesinde bir adaletsizlik olunca, mesele silahlı çatışmalara dönmüştür. Bu nedenle İmralı’da da şu anda yoğun bir tecrit uygulanmaktadır, tecrit ile bir yere varacaklarını sanmaktadırlar, fakat sürdürülen bu tecrit uygulaması ile varılabilecek bir yer yoktur, yani Kürt meselesi konuşulmak zorundadır, çözüm sürecinde sırasında yaklaşık iki buçuk yıllık bir parantez açılması sonrasında yine eski hukuksuz sürece geri dönülmüştür. Aslında o iki buçuk yıllık süreçte, insanların ölmediğini, çözüm yolunda Türkiye’nin adımlar attığını gördük ve yaşanan bu süreç ülkenin gelişimi ve toplumsal birliktelikte olumlu bir gelişmeyi hep birlikte izledik. Kürt meselesi mutlak surette İmralı’da tecrit’in bitirilmesi ile çözülmek zorundadır. Böyle bir dayatma, yakınları ile görüştürmeme, avukatları ile görüştürmeme, bunlar kabul edilecek davranışlar değil sadece ve sadece çözümün önündeki engellerdir başka bir şey değil. Şu anda uygulanan bu tecrit kesinlikle kabul edilecek bir hal değildir, bir adada yalnız bırakılmış, hakları gasp edilmiş, yakınları ile avukatları ile görüşmesi kısıtlanmış mahpusların nezdinde dev bir Kürt sorunu vardır ve bu sorun yüzyıllık Türkiye tarihinde buralara kadar gelmiştir. Bir an evvel bu yanlıştan vazgeçilmeli, bu ülkede, bu topraklarda yüzlerce yıl beraber yaşamış insanların, eşit, demokratik bir anlayışla birlikte yaşaması sağlanmalıdır. Kürtlerin kimlik hakları sağlanmalıdır, Kürtçe anadilde eğitim hakkı sağlanmalı ve yine Kürdistan’lı insanlarımızın her türlü eşit vatandaşlık talebi edilmelidir, Kürt halkı ile empati yapmayı becermek zorundadır bu devlet ayrıca devlet yaptığı hatalardan özür dilemelidir bu tür saçma tecrit uygulamalarından vazgeçmelidir. Yapması gerekeni dönmeli ve yıllardır kendi eliyle oluşturduğu Kürt sorununu artık bitirmelidir.
Şu an cezaevlerinde tecrit uygulamasına karşı başlatılan bir açlık grevi var bu gelişmeyi nasıl değerlendirmek gerekir? Ayrıca açlık grevlerinin toplumun sinir uçları olduğunu, bu nedenle önümüzdeki günlerde daha fazla gerilim yaşanacağını öngörebilir miyiz?
Cezaevlerinde 53. günü bulmuş olan ve dönüşümlü bir şekilde devam ettirilen açlık grevleri var. Daha önce ki açlık grevi eylemlerin de olduğu gibi şu an sürdürülen açlık grevi eylemi toplumun önemli bir kesimini ilgilendiriyor. İnsanlar İmralı’daki tecridin bitmesi, Türkiye cezaevlerinde ki tecritlerin bitirilmesi, Kürt sorununun çözüme kavuşması için ellerinde ki tek araçla sürece müdahale etmeye çalışıyorlar. Bunun için aç kalmayı ve bunun sonuçlarını göze alarak açlık grevine giriyorlar. Cezaevlerinde ki tutsakların yaptıkları bu eylemle bir şeyler söylemek istiyorlar kamuoyuna, bunların duyulması lazım, cezaevlerinde ki insanlara ses olmamız gerekiyor, biz insan hakları savunucuları olarak bu süreci dikkatle takip ediyoruz. Sonuçta bu insanlar kendi keyifleri için aç kalmıyorlar, açlık grevine girmiyorlar. Her nefis için kolay bir şey olmayan bir durumdur açlık, ama Türkiye’de çok büyük sorunlar var ve bu sorunlara karşı duyarsız bir iktidar karşımızda ve birileri bu sorunların tartışılması için, bu sorunların düzeltilmesi için bu bedeli ödemeyi göze alıyor ve bu bedeli ödemek için de cezaevlerinde açlık grevleri yapılıyor. İnsanlar kendi canlarını ortaya koyarak bu konuda bir direniş sergiliyorlar, açlık grevlerini tüm kamuoyunun dikkatle izlemesi lazım, toplumun ve devletin dikkat kesilmesi ve İmralı’daki tecrit’in bir an önce bitirilmesi lazım. Çünkü açlık grevi konusu ve Kürt meselesi toplumun sinir uçlarından biridir. Türkiye’de açlık grevleri bundan önce de yaşandı en son yapılan eylemlerde en az 9-10 kişi hayatını kaybetti çok önemli etkinlikler oldu, protestolar yapıldı, hayatı etkileyen çok önemli olaylar yaşandı. Şimdi de bu açlık grevlerinin ilerlemesiyle önemli sıkıntılar olabilir, ölümler olabilir, demokratik anlamda sıkıntılar yaşanabilir. İnsanların talepleri yerine getirilmezse farklı birçok sorunun yaşanmasına neden olabilir. Bu konuda devlet yetkililerinin daha duyarlı davranması gerekmektedir. Sonuçta açlık grevi yapanlar da eylemlerini basamak basamak götürüyorlar. Gördüğümüz kadarıyla taleplerini idareye iletmeye çalışıyorlar, iktidarın artık üç maymunu oynamaya çalışmasının bir yeri yoktur, yani bununla bir yere varamıyor görmüyorum, duymuyorum, hissetmiyorum demeye çalışıyor ama sonuçta tecrit kabul edilecek bir durum değil. Bunu halklardan kabul etmiyor milyonlarca kişi de kabul etmiyor mutlak surette çözümün aranması gerekiyor geçirilen her zaman kaybedilen zaman anlamına geliyor. Çünkü çözümden uzaklaşmaya çalışan bir iktidar, bir devlet yapısı var ve elinden geldiği kadar işi geciktirmeye çalışıyor. Aklı sıra kendine göre ucuz yöntemlerle çözümler bulmaya çalışıyor ama bunların hiçbir geçerliliği yok, bu topraklarda hakkı eşit bir şekilde, adil bir şekilde paylaştırmaktan başka bir çözüm bulamayız.
Son süreçte birçok insanın MİT tarafından kaçırılma haberleri çıkıyor. Uluslararası yasalara da aykırı olan bu insan hakları ihlalleri konusunda neler söylemek istersiniz, konuyla ilgili kamuoyuna taşınmasını istediğiniz çarpıcı örnekler var mı?
Türkiye’de uluslararası anlamda başka ülkelerden kaçırılıp Türkiye’ye getirilen kaçırılan birçok insan oldu. Bilhassa OHAL döneminde bunlara çok rastladık, dünyanın dört bir tarafından insanlar kaçırılıp Türkiye’ye getirildi MİT tarafından bunu resmi ağızlar beyan etti. İşte FETÖ suçlularını aldık getirdik denildi ve hatta başka gruptan suç ithamları ile getirilenler oldu DHKP-C ve Kürt hareketinden gelenler oldu bildiğimiz kadarıyla en çok FETÖ ile ilgili ithamlardan dolayı getirildi, yurtiçindeki kaçırılmalar konusunda resmî açıklamalar yapılmadı. Yani insanlar kaçırılıyor, aileler kaçırılmalar için başvurular yapıyor, savcılıklar, karakollar, avukatlar, AIHM, Birleşmiş Milletler kıyamet kopuyor kendileri açısından ama devlet yetkilileri büyük bir sessizlikle susuyorlar. Bu bir traji-komik bir hale geldi. Çünkü en az 30 kişi böyle kaçırıldı, kaçırılan 30 kişiden 4’ü halen bulunmuş değil, ortaya çıkmış değil, kimisinin hayatından ümit kesilmiş gibi duruyor. Yani 550 günleri bulan kaçırılan insanlar var, veyahut da 3-4 yıldır kendisinden haber alınamayan insanlar var. Böyle dehşet veren hadiseler var. Yani 20 gündür kaçırılan biri insan var yine Hüseyin Galip Küçüközyiğit diye, 550 güne yakındır kaçırılan Yusuf Bilge Tunç diye bir kişi var, eski bürokrat bu kişiler KHK ile ihraç edilmişler ve daha böyle artık unutulmuş iki kişi var bu kişilerde kaçırılan grup içinde daha kendisinden haber alınamayan kişiler olarak kayıtlara geçti. Bizim gördüğümüz kadarıyla en az 30 kişi kaçırıldı kayıtlara giren İnsan Hakları Derneğinin ve biz milletvekillerinin insan hakları savunucularının kaydına giren en az 30 kişi oldu ve fakat hiçbiri için bir açıklama yapılmadı. Hepsinde de aynı gariplikler hep tekrar etti, kamera görüntüleri incelenmedi, telefon kayıtları çok geç bir şekilde incelendi yine bu incelemeleri sürdüren görevlilerin gayet lakayıt davranışları ile çok laubali bir süreç izlendi ve tüm bu kaçırılan kişilerin yakınları hep Devleti suçladı. Hani resmi görevliler tarafından kaçırıldığına inanıyoruz dendi bu kişilerin çoğu daha sonra aniden Ankara Emniyet Müdürlüğünde ortaya çıkıp verdiler. Böyle garip bir durumdu. Aslında 90’ları bilenler için çok garip değildi ama işte bu işlerle yeni tanışanlar için çok gariptir, yani bu kadar pervasız bir şekilde nasıl yapılıyor diye merak ediyordu kaçırılanların yakınları ama hani bunlar Türkiye’de yaşanmış olaylardır ve şu anda da bir değişik versiyonu ile tekrarı yapılıyor.
Cezaevlerinde tutuklulara yönelik çeşitli ağır cezalar vermektedir. Bunlardan en çok bilineni ziyaretçi yasağıdır ve bu yasak yıllardır devam ediyor. Böylece tutuklular- hükümlüler temel insan haklarından bile mahrum bırakılıyorlar. Bu konu hakkında HDP olarak neler yapıyorsunuz?
Ziyaretçi yasağı mahpus için gerçekten çok üzücü bir yasak çünkü özgürlüğü elinden alınmış, yakınlarını göremeyen bir insan olarak mahpuslar ziyaret günlerinde çok özel bir hazırlık yaparak ziyaretçilerini beklerler. Mahpus yakınları da hani ziyaret günleri için büyük bir hazırlık yaparlar ve büyük bir merakla, hevesle, istekle ziyarete giderler. Ama birtakım gerekçelerle ziyaret yasağı getirilebiliyor, disiplin yasakları verilebiliyor. Maalesef bu konuda çok keyfi uygulamalar yapılıyor. Yani “bana boyun eğeceksin, benim dediğimi yapacaksın yoksa seni cezalandırırım, görüş yasağı veririm” şeklinde uygulamalar veyahut mahpus yakınına da aynı şekilde az evvel bahsettiğimiz gibi çıplak arama yaptırmazsa görüş yasağı getirme gibi uygulamalar ve hatta en ufak bir bahane de görüş yasağı verme gibi uygulamalar. Mahpus ve mahpus yakınları için korkunç bir durum oluyor. Biz bu konuda çok açıklama yaptık, mecliste araştırma önergeleri verdik, soru önergeleri birçok vekil arkadaşımızla beraber verdik ve partimiz cezaevi sorunlarına son derece duyarlı bu konuları mecliste en çok dile getiren bir parti, bunları hem genel kurulda konuşmalarımızda, her şekilde basın toplantılarımızda, komisyon toplantılarımızda, araştırma önergelerimizde yoğun bir şekilde işlemeye çalışıyoruz. Yine bakanlara sözlü olarak bunları soruyoruz, yazılı olarak soruyoruz çeşitli protesto yöntemleri ile bunları protesto etmeye çalışıyoruz ve cezaevlerinin birebir arayarak müdürlerle konuşarak ben mesela bu konuda çok müdahil olmaya çalıştım birçok müdürle ceza Tevkif İşleri Genel Müdürlüğü görevlileri ile Adalet Bakanlığı görevleri ile bu tür konuları çok konuşmuşumdur işin doğrusu böyle bir yolla da önemli bir şekilde ihlalleri geriletebilmişizdir.
Yarın söyleşimizin son bölümü:
“SÜMEN ALTI EDİLEN GERÇEKLER VE 180 ÜLKE ARASIN DA 154. SIRADA HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNDEN BAHSENDEN BİR ÜLKE TÜRKİYE” yayınlanacaktır.