/Mehmet BAYRAK
Bugünkü Master Plan’a kaynaklık eden Şark Islahat Planı, ön ve ard raporlarıyla bir bütündür. Bu raporlarda; Kürdistan “Fırat’ın doğusu ve Fırat’ın batısı” olmak üzere ikiye ayrılıyor ve Fırat’ın batısı “asimilasyona tabi tutulacak öncelikli bölge” olarak seçiliyor ki, burada tam da bugünkü Suriye göçmen yerleşkeleri akla geliyor…
Maraş’ın Terolar köyü çevresine Suriyelilerin yerleştirilme çabası, en az 150 yıllık bir “toplum mühendisliği” projesinin yeni bir halkası olarak gündemimizde. Osmanlı’nın geçmişteki çeşitli sürgün ve iskân politikalarını bir yana bırakırsak, özellikle 1860- 65 yılları arasında Osmanlı Islah Ordusu’nca gerçekleştirilen uygulamalar, bu dizaynın en önemli halkalarından biridir.
Nitekim, bu “Islahat Ordusu”nun karargâhı, Maraş’ın bitişiğindeki Antep’in İslahiye kazası olduğu için, bugün bu adla anılıyor. Bu çerçevede, dağlık alanlardan indirilip bataklık arazilere iskân edilen Alevi Kürt aşiretler, zorlu bir yaşam mücadelesine sürüklenmişlerdi. Çünkü, yeni doğa koşullarına ayak uydurmanın ötesinde, bu bataklık arazilerin yarattığı sıtma türü hastalıklar yüzünden de ölümcül bir mücadele içerisine girmişlerdi.
Bu acılı durum, dönemin resmi raporlarına yansıdığı gibi, yüzyılın sonunda ve 20. yüzyılın başlarında bölgeyi gezen Batılı araştırmacı ve gezginlerin de seyahatnamelerinde anlatılıyordu. Bunların en önemlilerinden biri, bizim yaklaşık 20 yıl önce Almanca’dan çevirtip, notlayarak yayımladığımız Alman bilimadamı ve gezgin Dr. Hugo Grothe’nin, sözkonusu yöreyi de kapsayan “Önasya Seyahatnâmesi “ idi. (Bkz. M. Bayrak: İçtoroslar’da Alevi – Kürt Aşiretler,Özge yay. Ank. 2006, s. 158- 173).
Grothe, burada resimler eşliğinde yöredeki Kızılbaş Kürtlerin nasıl amansız bir mücadeleye giriştiklerini ilginç anekdotlarla anlatır. 20. yüzyılın başlarında bile hâlâ sazlık kamışlarından yapılan kulübelerde yaşayan köylüleri resimler ve onların zorlu mücadelesine tanıklık eder. Kızılbaş Kürtlerin mecburi iskâna tâbi tutuldukları bu bataklık arazilerin, kısmen kendiliğinden kısmen de müdahale ile nasıl kurutulup verimli araziler hâline getirildiği de ilginç gözlemlerle anlatılır.
İşte, bugün Suriyeli göçmenlerin bir “politika” çerçevesinde yerleştirilmeye çalışıldıkları toprakların böylesi bir serüveni var.
Gerek 1895’teki Ermeni katliamı, gerekse 1915’teki Ermeni soykırımı ile bölgenin demografik yapısına büyük bir darbe daha vurulmuş ve bölgenin “Türk- İslâmlaştırılması” yolunda önemli bir kırılma yaşanmıştı. Öyle ki, Maraş’a ilişkin Tahrir Defterleri’nde, bölge insanının yaklaşık yüzde 40’ı Ermeni / Hıristiyan göründüğü halde, bugün bu yapı tümüyle değişmiş görünüyor. Zaten, bölgenin demografik yapısına en büyük darbe Ermeni soykırımıyla vurulmuş ve yerleşke isimleri dahil, tüm tabiat ve kültür varlıkları Türk-İslamlaştırılmaya çalışılmıştı…
Hatta, Elbistanlı tarihçi Prof. Dr. Refet Yinanç’ın Yrd. Doç. Dr. Mesut Elibüyük ile birlikte hazırladığı ve TTK’unca yayımlanan Maraş Tahrir Defteri (1563) konulu 2 ciltlik belgesel eser; bölgenin Hıristiyan nüfusu çok gösteriliyor gerekçesiyle 12 Eylül Askeri Yönetimi’nce yasaklanmıştı. Yani bir bilimsel çalışmada bile belgesel gerçeklerin konuşturulmasına tahammül edilememişti…
“Master Plan”a Evrilen “Şark Islahat Planı”
1915’te gerçekleştirilen Ermeni, Süryani ve Êzidî soykırımları ve Kürt sürgünleri, “Türk- İslamcı” İttihad ve Terakki Hareketi’nin bir toplum mühendisliği projesiydi. Zaten 1912’de Almanya’dan çağrılarak önce Milli Emniyet Teşkilatı’nda, ardından da özellikle bu konuda çalışma yürütmek üzere kurulan Muhacirin Müdüriyet-i Umumiyesi yani Göçmen İşleri Genel Müdürlüğü’nde Uzman olarak görevlendirilen Arnavut kökenli Naci İsmail (Pelister), takma isimlerle bir yandan Kürtler ve Kızılbaşlar konusunda -Alman bilimadamları adıyla- düzmece rapor- kitaplar hazırlarken; bir yandan da “Beynelmilel Usulü’t- Temsil/ İskân-ı Muhacirîn” yani (Uluslararası Asimilasyon Yöntemleri / Göçmenlerin Yerleştirilmesi), (İst. 1334/ 1918) adıyla bir rapor-kitap hazırlıyor ve bu, devlet tarafından yayımlanıyordu.
Enver ve Talat Paşa’ların yakın arkadaşı olan bu İttihatçı uzman-raportör, hem ülke dışından getirileceklere hem de ülke içinde göç ettirileceklere göre ikili bir plan yapıyordu. Başlıklar halinde plan şöyleydi:
Şube-1) Vatan dışındaki göçmenler
* Sömürgelerde yalnız tek bir topluluk oluşturmak,
* Sömürgelerdeki halkları asimile ederek, birleşik bir ulusal topluluk oluşturmak,
* Sömürgelerdeki halkı yok ederek yerleşmek.
Şube-2) Vatan içindeki göçmenler
* Ülke içindeki halkı ülke içinde başka bir yere yerleştirmek,
* Ülke dışından ülke içine göçmen getirtmek,
* Ekonomik kazanç için gelen ve kendi kendilerine yerleşen göçmenlere karşı uygun bir yönetim izlemek.
İttihad ve Terakki’nin başlatıp, bilinen nedenlerle bütünüyle hayata geçiremediği bu plan, kaldığı yerden, bunun devamı olan kemalist yönetimlerce hayata geçirilmeye çalışılıyordu.
Nitekim, 1925’te gizlice hazırlanıp uygulamaya konan ve bugünkü AKP Hükümetin “Master Plan”ına kaynaklık eden “Şark Islahat Planı”, Lozan’daki hakları da gaspeden son derece acı bir reçeteydi. Bu coğrafyanın kadim halklarından olan Hıristiyanlar, önemli ölçüde tasfiye edildikten sonra sıra bölgenin kadim halklarından olan Kürtlere ve kadim inançlarından olan Aleviliğe gelmişti. 1921’de Koçgiri’de 140 köy yerle yeksan edilirken, 1925 Direnme Hareketi’nin bastırılmasından sonra 15 bini aşkın, 1928-30 Ağrı- Zîlan katliamında 30 bini aşkın, 1937-38 Dersim Soykırımı’nda 40-50 bin arası insan katlediliyordu…
Gizli Şark Islahat Planı’nın yanısıra, açıktan buna eşlik edecek kanuni düzenlemeler yapılıyordu. Keza, 1925’te Takrir-i Sükun Kanunu, 1927’de “Umumi Müfettişlik” rejimine geçilerek, Bazı Kişilerin Doğu İllerinden Batıya Nakline Dair Kanun, 1934’te 2510 Sayılı Mecburi İskân Kanunu, 1935’te Tunceli Kanunu çıkarılıyordu.
1936’da Ankara’da Umumi Müfettişler Toplantısı düzenlenerek, “Şark Vilayetlerinde ıslahat yapılması, ırk ve din meselelerinin halli, Türk kültürünün yaygınlaştırılması ve anasırın (etnik unsurların) temsili (asimilasyonu)” kararlaştırılıyordu.
Zaten, Şark Islahat Planı’nın 5. Maddesi, “Ermeniler’den boşalan topraklara Balkanlar’dan ve Kafkasya’dan getirtilecek göçmenlerin yerleştirilmesini ve yerleşim giderlerinin Devletçe karşılanmasını; 9. Maddesi “Yönetimin Kürdistan’da kalmasını uygun bulmadığı Kürt ileri gelenleriyle akraba ve çevrelerinin Batı illerine yerleştirilmesini ve Devletle işbirliği yapmış ailelerin yerlerinde kalmalarını ve daha da güçlendirilmelerini”; 14, 15, 16 ve 17. Maddeler ise “Kürtçe’nin yasaklanmasını, Türk Ocakları, yatılı bölge okulları ve kız okulları açılarak propaganda ve eğitim yoluyla asimilasyonu” öngörüyordu.
Öte yandan, 1925’te ilk kez Türk Hava Kuvvetleri kullanılarak halkın üzerine zehirli gaz atıldığı gibi, benzeri uygulamalar 1928-30’da Ağrı- Zilan’da ve 1937/38’de Dersim’de de gerçekleştirilmişti. (Bu konuda bkz. M. Bayrak: Kürtler’e Vurulan Kelepçe/ Şark Islahat Planı, Özge yay. 2. Bas. Ank. 2013, s. 86).
Plan’ın Öncelikli Uygulama Bölgesi: Fırat’ın Batısı ve Maraş
Kuşkusuz, bugünkü Master Plan’a kaynaklık eden Şark Islahat Planı, ön ve ard raporlarıyla bir bütündür. Nitekim, bu raporlarda; Kürdistan “Fırat’ın doğusu ve Fırat’ın batısı” olmak üzere ikiye ayrılıyor ve Fırat’ın batısı “asimilasyona tabi tutulacak öncelikli bölge” olarak seçiliyor ki, burada tam da bugünkü Suriye göçmen yerleşkeleri akla geliyor…
Kürt kökenli İsmet Paşa’nın önerisiyle Şark Islahat Planı hazırlayan Kurul’a başkanlık eden Arnavut kökenli, dönemin önce Bayındırlık sonra Meclis Başkanı Abdülhalik Renda, hazırladığı ön raporda Fırat’ın batısına tekabül eden Maraş/ Malatya hattı için şunları söylüyordu:
“Fırat’ın garbındaki (batısındaki MB) Malatya vilayeti ahalisinin yarıdan fazlası Kürt olduğu gibi, Maraş vilayetinde ve Pazarcık kazasında 22.000 kadar kayıtlı Kürt vardır. Bunların dışında Antep, Cebelibereket (Osmaniye ve çevresi), Sivas, Yozgat, Kırşehir, Çorum, Aksaray, Konya ve Ankara vilayetleri ile Kars ve Ardahan vilayetlerinde henüz Kürtlüklerini muhafaza eden ememmiyetli nüfus kütleleri vardır. (…) Fırat’ın şarkındaki Kürtler gibi Fırat’ın garbındaki Malatya vilayeti Kürtler’i de iktisaden ve lisanen tamamen hâkim mevkidedirler. Fırat’ın garbındaki vilayetlerimizdeki Kürtler’in erkekleri Türkçe öğrenmeğe macbur kalmışlarsa da kadınlar hâlâ Kürtçe konuşmakta ve cümlesi taassupla gördüklerini muhafaza etmekte ve kemâl-i gururla Kürt olduklarını söylemektedirler.” (Bkz. Age, s. 92-93).
Konuya ilişkin plan ile diğer raporlarda da; Fırat’ın batısında yaşayan Kürtlerin Türkler’le komşu olup göreceli olarak dağınık yaşadıkları; büyük bölümü Alevi inancına mensup olan bu Kürtlerin asimilasyonunun diğer Müslüman Kürtlere göre daha kolay olabileceği, bu nedenle asimilasyon konusunda bu bölgeye öncelik verilmesi öngörülmektedir.
Daha Selçuklu döneminde 1238/39 tarihli Alevi önderlikli Babaî Hareketi’ne sahne olan Elbistan/Maraş merkezli İçtoroslar bölgesi; sonraki Osmanlı döneminde de Şah Kalender Hareketi başta olmak üzere birçok halk hareketine ve Sinan Cemgil’lerin öncülüğündeki gençlik hareketlerine ev sahipliği yapmıştır. Zaten, burası kozmopolit yapısından dolayı Osmanlı Devleti’ne en son bağlanan Dulkadiroğulları Beyliğinin konuşlandığı bir bölgedir. Yine geçmişten beri bölgede birçok etnik ve dini topluluk yaşamıştır.
İşte, üstteki gizli belgelerde de vurgulandığı gibi; önüne Türk-İslam sentezci bir toplum dizaynını hedef olarak koyan yönetimleri rahatsız eden, bu kimliksel özelliklerdi. Osmanlı yönetiminin 19. yüzyıldaki uygulamalarıyla, 20. yüzyılın başlarında gerçekleştirilen soykırımın ve 1967- 1978 arası Alevi katliamları ile günümüzde uygulanmaya çalışılan acılı reçetenin esbab-ı mucibesi budur…