CAN TV Programcısı Veli Haydar Güleç, gündemde olan “devlet-mafya-siyaset-medya” ilişkisine dair değerlendirmelerde bulundu. Güleç, organize suç örtü başının itiraflarının yeni bilgiler olmadığını belirterek, “90’lı yıllarda yürütülen bir konseptin ortaya çıkardığı bazı sonuçların bir kısmını, yani deyim yerindeyse sadece buz dağının görünen kısmını bizlere göstermeye çalışıyorlar” şeklinde konuştu. Güleç, sadece Kürtler ve Alevilerin mağdur olmadığını, bütün toplumun mağdur olduğuna işaret etti.
Organize suç örgütü başı Sedat Peker’in, devlet-mafya-çete ilişkisine dair yayımladığı video serisi devam ediyor. Peker’in itiraflarına ve ifşalarına ilişkin hala savcılar harekete geçmezken, toplum da kaygıyla izliyor.
CAN TV Programcısı Veli Haydar Güleç, gündemde olan mafya-siyaset-devlet-medya ilişkilerine dair PİRHA’ya konuştu.
“KÜRTLER VE ALEVİLER AYNI İNKAR VE RET POLİTİKALARINA MARUZ KALDI”
Türkiye’nin 90’lı yıllarda kendi içerisinde yeni bir süreç başlattığını ifade eden Güleç, “Bu sebeplerden bir tanesi, Kürtlerin temel hak talepleri ve bu yönde verdikleri mücadeleydi. İkinci sebep ise Kürtler gibi Alevilerin de aynı inkar ve ret politikalarına karşı taleplerini dile getirmeye başlamasıydı. Çünkü Kürtler bir taraftan dil, kimlik, kültür diğer taraftan eğitim ve özerklik gibi taleplerini o gün politik talepler olarak dile getirmiş ve Kürt toplumu da bunu çok ciddi bir şekilde sahiplenmişti” dedi.
İfade edilen taleplerin devlette ciddi bir rahatsızlığa yol açtığının altını çizen Güleç, “1980 sonrası gelişmelere de baktığımızda devlet hazmetmediği bir süreci yaşamaya başladı. Aslında yüzyıllardır inkar ettikleri, reddettikleri bir sorunla yüzleşme ihtiyacı duydular” diye konuştu.
“93 KONSEPTİ OLARAK KÜRT LİTERATÜRÜNE GİRMİŞ BİR TERİM VAR”
Güleç, Kürtler ve Alevilerin taleplerinin birbiriyle örtüştüğüne dikkat çekerek, “Dil ve kimlik talebi ile Alevilerin inançlarının gereğini özgürce yerine getirebilmeleri için inanç merkezlerinin statüye kavuşturulması ve zorunlu din dersleri vb. uygulamaların kaldırılması gibi talepler vardı. En önemli ortak talep özgür ve eşit olmak istiyorlardı. Yani hem Kürt hem Alevi tarafında toplumsal bir eşitlik talebi vardı” diye belirtti.
93 konsepti olarak Kürt literatürüne girmiş bir terimin varlığına değinen Güleç, “O dönemde Türkiye’de devlet, geçmişteki uygulamalardan farklı olarak yeni bir uygulama başlattı ve devletin aslında kendisinin organize ettiği, bizzat içinde yer aldığı yeni oluşumlar devreye girmeye başladı. Mesela JİTEM ortaya çıktı. Bu, Türkiye’de, Başbakan’ın ilan ettiği, “Teröre destek veren Kürt iş adamlarının listesi elimizde” sözüyle başlattığı ve ardından faili meçhul cinayetlerin, kayıp olaylarının yaşandığı bir süreç başladı. Bu süreç aslında bir imha süreciydi. Yani bu konsept karşı tarafın taleplerini şiddet yoluyla bastırmaya, şiddet yoluyla ortadan kaldırmaya yönelikti” şeklinde konuştu.
“MAKDÜL ASLINDA FAİLİ GÖSTERİYOR”
Şu an ki İnsan Hakları Derneği (İHD) verilerine göre Türkiye’de 4 bin faili meçhul cinayetin işlenmiş olduğu ve binlerce kayıp olayının bulunduğu bilgisini paylaşan Güleç, “Bu veriler devletin bazı raporlarına da yansıyan veriler. Bu verilere göre deyim yerindeyse Kürt coğrafyasının binlerce köyü yakılıp yıkıldı, milyonlarca Kürt yerinden, yurdundan edilerek zoraki sürgüne gönderildi. Yani aslında zoraki bir iskana tabi tutuldu” dedi.
Güleç, bunların yanında neredeyse her gün sokak ortasında cinayetlerin de işlenmeye başlandığını söyleyerek, aslında bu cinayetlerin faillerinin belli olduğunu belirtti. Güleç, o dönemden bir gazetecinin “Makdül aslında faili gösteriyor” ifadesini örnek göstererek, “Yani siz makdüle baktığınızda faili görebilirsiniz gibi bir tabirdi ve gerçekte buydu zaten. Sonrasında JİTEM ile birlikte Hizbullah ortaya çıkmaya başladı. Aslında tüm bunlar, devletin bu tür ilişkileri ne kadar pervasızca kullandığının bir göstergesiydi” açıklamasını yaptı.
“BİLİNENLERİN YARGI SÜRECİYLE ORTAYA ÇIKARILMASI HERKESİN TALEBİYDİ”
Yaşananların aklanmasını sağlayabilecek bir hukuk ayağının da oluşturulduğuna vurgu yapan Güleç, şunları kaydetti:
“Örneğin Susurluk kazasından sonra dava açıldı. İbrahim Şahin, Mehmet Ağar vb. birkaç kişi ve kimi JİTEM elemanları bir dava sürecine tabi tutuldu. Ama bu davaların çoğu takipsizlikle sonuçlandırıldı. Hatta bu suçu işleyenlerin bazıları neredeyse onurlandırıldı. Devlet tüm bu olayların içinde kendini aklama telaşı içerisindeydi. Davaların düşürülmesi, davaların sonuçlandırılmaması bunun bir sonucuydu.
2000’lerin başında ise yeni bir süreç başladı. Toplumun bir bütününde, yeni bir barış süreci ve toplumda bazı olumlu adımların atılması konularında bir umut vardı. Ama yaşananlar unutulmamıştı ve işlenen suçların yargı süreciyle ortaya çıkarılması herkesin talebiydi.”
“90’LARDAKİ DEVLET AKLI BUGÜN DE DEĞİŞMEDİ”
Güleç, 2015’ten sonra ise AKP’de de önemli bir değişim ile bahar havasının bir anda kışa döndüğünü ve sonrasında 90’larda yaşanan konseptin bir benzerinin yeniden hayata geçmeye başladığını ifade ederek, şöyle devam etti:
“Devlet yeniden mafyayla ve karanlık güçleriyle bir araya gelmeye başladı. Onlar hükümet adına mitingler düzenlemeye başladılar. Bu bize, 90’lardaki devlet aklının bugün de pek değişmediğini gösterdi. Sorunu çözmeye yönelik, mevcut sorunları toplumsal barış ve eşitlik çerçevesinde çözmede bir irade olmadı. Aksine devletin hala bu tür sorunları şiddet yoluyla bastırıp, bir şekilde ortadan kaldırmaya yönelik anlayışının olduğunu gördük.
90’lı yıllarda Alevilere yönelik çok önemli saldırılar yaşandı. Birincisi Sivas Katliamı. Çok organize bir katliamdı. 8 saat boyunca 33 insanın yakılıp, katledilmesini hep birlikte izledik, bunu bize ve bütün dünyaya seyrettirdiler. Bu organize bir katliamdı. Diğer bir saldırı ise Gazi Katliamı. Bir Alevi dedesinin vurulmasıyla, kahvede katledilmesiyle başlayan ve daha sonra Alevilerin, oradaki duyarlı kesimlerin çıkıp bunu protesto etmesiyle yeni bir katliam yaşandı. İlginç olan da bu davaların hiç birinden sonuç alınamamış olmasıdır. Bunların hepsi devletin bilgisi dahilinde yapılmıştır.”
“BU İŞİN RANTI VAR, BELLİ Kİ BU RANT PAYLAŞILAMADI”
Veli Haydar Güleç, Sedat Peker’in, devlet-mafya-siyaset-medya ilişkisine dair yayımladığı video serisine yönelik de şunları söyledi:
“Bugün ortaya çıkan zat, bir dönemin devlet tarafından kullanılan ülkücü yapılarındandır. Bugün dönüp baktığımızda bu kişi birilerini suçlarken aslında bir taraftan da kendisine sahip çıkması için çaba sarf ediyor. Aslında Erdoğan’a, devlete laf söyletmemek, devleti sürekli kutsamak gibi cümlelerle kendini korumaya almaya çalışıyor.
Bu tür işlerde çok kirli ilişkiler var. Adam öldürmekle bitmiyor, bir de rantı var bu işin. Belli ki bu rant paylaşılamadı. Geçmişte eroin, insan kaçakçılığı bu işin içerisindeydi. Bugün de eroin kaçakçılığının nasıl yapıldığından, kimlerin bu işin içinde olduğundan ithamlarıyla, suçlamalarıyla bahsediyor. Devletin desteği olmadan bu işi yapamayacaklarını herkesin çok iyi bilmesi gerekiyor.”
“İHD’NİN ELİNDE ÇOK CİDDİ VERİLER VAR”
“Bugüne kadar toplum konuların çoğunda konuştu, tartıştı, tüketti ve bitirdi. Ortaya bir sonuç çıkarma konusunda bir çaba sarf edilmedi” diyen Güleç, yapılması gerekenlere ilişkin şu değerlendirmelerde bulundu:
“Özellikle de konunun tarafları; Kürtler, Aleviler gibi kesimlerin bu tür konuları çok daha fazla dillendirmesi gerekiyor. Bugüne kadar sonuç alınamamış, kapatılmış bütün dosyaların ortaya çıkarılması, davaların yeniden yeniden görülmesi gerekiyor. Bu yüzden de başta Alevi kurumları olmak üzere Türkiye’deki bütün demokratik çevrelerin ortak paydalarda bir araya gelip bu konuda ciddi çalışmalar yürütmeleri gerekiyor.
Örneğin İnsan Hakları Derneği’nin elinde 90’lı yıllara ait hak ihlalleri, faili meçhul cinayetler, kayıp olayları, devlet eliyle işlenen cinayetler, katliamlar gibi konulara ilişkin çok ciddi veriler var. Bu verilerin mutlaka değerlendirilmesi ve bunun üzerine yeni bir kamuoyu oluşturulması gerekiyor.”
“BU BEDEL NE KADAR AĞIR OLURSA OLSUN BİZİMLE BİTMEK ZORUNDA”
Hükümetin şu anda içinde bulunduğu durumun bir açmaz olduğuna ve bu açmazı derinleştirmenin, demokratik muhalefeti güçlendirmenin, bu ülkede gerçekten bir çözümü öncelemenin, başta Alevi kurumlarının olmak üzere Türkiye’deki bütün demokratik kamuoyunun görevi olduğunu hatırlatan Güleç, “Bu sürece katkı sunamazsak, inanıyorum ki ileride hepimiz vicdanen de rahatsız olacağız. Bu sorunlar çözülmediği sürece bedel bizimle sınırlı kalmayacak, bizden sonraki kuşaklarda ağır bir bedelin sorumluluğunu mutlaka taşıyacaklardır. O yüzden bu bedel ne kadar ağır olursa olsun bizimle bitmek zorunda” dedi.
“BU ÜLKEDE SADECE KÜRTLER VE ALEVİLER DEĞİL, HERKES KAYBETTİ”
Güleç, son olarak geçmişte yaşananların hesabının mutlaka görüleceğini belirterek şunları paylaştı:
“Bu sorunlar başta Kürtler ve Aleviler olmak üzere, bu ülkede demokrasi isteyen, eşitlik ve özgürlük isteyen bütün kesimlerin sorunu ve derdidir. Bunu bir mafya bozuntusunun anlatmasıyla öğrenmiş değiliz. Kamuoyunun bunu bilmesi gerekiyor. Biz bunların çok daha fazlasını biliyoruz, çok daha fazlasına tanık olduk ve yaşadık. Burada önemli olan bizim anlattıklarımızın kayda değer olmasıdır.
Ama bugün bile yaşadığımız bir sürü yakın, sıcak olay var. Bunların hepsi orta yerde duruyor. Bunların hepsinin bir şekilde ortaya çıkarılması ve devletin bu yaşananlardan dolayı, toplumunun bütününden özür dilemesi gerekiyor. Çünkü sadece Kürtler, Aleviler mağdur olmadı, bu ülkenin bütün toplumu mağdur oldu. Kimisi çocuğunu kaybetti, kimi ürettiğinden kaybetti, kimisi ekonomisinden, hayatından kaybetti.
Bu ülkede herkes kaybetti ve bu kayıpların sorumlusu devlettir. Sonuçta devlet herkesin canını, malını korumakla mükelleftir. Bunların hesabı devlettedir ve devletin bu hesabı vermesi gerekir.”
Diren SATI/İSTANBUL