“Ölürse ten ölür; canlar ölesi değil”

SUAT BOZKUŞ

Gazeteci-yazar, siyasetçi dostumuz Hüseyin Narlı (Ökkeş Ünlübayır)’nın naaşı Bochum şehrinde toprağa verildi. Cenaze ve defin törenine katılanlar içinde halkımızın çok farklı kesimlerinden insanlar vardı.

Ailesi ve yakın akrabalarına ek olarak yurtsever, devrimci-sosyalist çevrelerden, farklı milliyet ve inançlardan kadın- erkek, çoluk-çocuk çok geniş bir kitle onu uğurladı.

Bütün bu çevreler tanıdıkları, kendi hayatlarında yer alan Hüseyin’i anlattı, duygularını ifade etti. Bu çeşitlilik  ve zenginlik Hüseyin Narlı’nın yaşamını da özet olarak ifade ediyordu.

En yakın aile fertleri olan eşi, çocukları, kardeşleri ve emek verdiği Alevi kurumları; TV 10 ve Can TV temsilcileri duygu ve düşüncelerini ifade ettiler.

Törene katılamayıp mesaj gönderen kişi ve kurumlar o kadar çoktu ki, bunları okuyacak zaman da kalmadı. Medyaya ve ailesine gönderilen mesajlar yayınlanınca bu gerçek çok iyi görülecek.

Benim için Hüseyin Narlı, elli yıllık bir dostum, arkadaşım, kardeşim ve can yoldaşım demekti.

1972 de başlayan okul arkadaşlığı ve yoldaşlığım, bazı zorunlu ayrılıklar dışında son ana kadar sürdü. Bu elli yılda ondan çok şey öğrendim. Ona borcumu ödeme şansım artık hiç kalmadı. Gerçi o beni hiçbir zaman borçlu gibi görmedi. Yaptıklarını halka, hakka ve devrime hizmet olarak yaptı. Bir halk gönüllüsüydü.

Kürt, Alevi ve emekçi bir ailenin çocuğu olarak doğduğundan beri her türlü baskıyı, ayrımcılığı etinde, kemiğinde yaşamıştı. Okula başlayınca ilk baskı gelmişti. Anadili yasak ve suçtu.

Öğretmenler Okulda, sokakta ve ev de Kürtçe konuşmayı yasaklamıştı. “Geceleri pencerelerden sizi dinleyeceğiz. Ailenize de Türkçe öğreteceksiniz. Hep Türkçe konusacaksınız” diyorlardı.

“Bir gün Adana”ya giderken otobüs mola verdigi sırada bir yolcu belinden çıkardığı palayı sallayıp, ‘Sen bana nasıl Kızılbaş dersin’ diyerek  dükkan sahibine hucum ediyordu. Ben o zaman ne kadar kötü ve zor durumda oldugumuzu anladım.” diyordu.

Bu palalı saldırı, sonradan yapılan Maraş, Sivas, Gazi katliamlarının habercisi gibiydi.

12 Mart faşizminin karanlık günlerinde ODTÜ’ye girdi. Denizler asılmış, Mahirler Kızıldere’de roketlerle parcalanmış, İbrahim Amed zindanlarında iskenceyle katledilmişti.

Bütün önderlerimizin katledildiği bu karanlık ortamda Genc devrimciler el yordamıyla örgütlenmeye çalışıyordu. bu mücadeleye atıldı ve son ana kadar mücadeleyi sürdürdü.

Sosyalist Gençlik Birliği-SGB’nin kurucusu ve ilk Genel Başkanı oldu.

TKP(B) MK ve YKK MK üyesi oldu.

Bu sisteme karşı tepkisini, ayakta kalabilmek için çok çalışmakla gösterdi. Okulda da, siyasi mücadelede de çok iyi bir öğrenci oldu. Çok iyi öğrendi ve öğrendiklerini gençlere öğretmek için son nefesine kadar hiç yorulmadan çalıştı.

Üç yıldır habis hastalıkla mücadele halindeydi.

Son güne kadar gelen giden akrabalarına son çıkan yayınları ısmarlıyordu. Ağrıları biraz rahat bırakırsa okumaya devam ediyordu. Belki de kitap okuyup ağrılarını bastırıyordu. Son haftalarında 12 Eylül döneminde kendi kurduğu ve parti yayınlarının yıllarca basıldığı matbaayı anlatan Ziya Büyük yoldaşın yazdığı “MATBAA” adlı kitabı, Maria Suphi’nin kanlı hikayesini ve Ahmet Altan’ın son romanı Hayat Hanım’ı bitirmişti. Okuduğu 2-3 kitap yarım kaldı.

Cenaze erkanını yürüten dede, “Ben geleneklerimize göre gülbanklarımızı okuyacağım. Herkes de inancına, kültürüne göre içinden istediği gibi dua etsin.” diyerek yoldaşıma ve gelenlerin inançlarına saygısını gösterdi.

Canım yoldaşım Hüseyin, Kör kurşunların, kara saplı bıçakların hep üstüne üstüne yürüdü.

Uğradığı bir saldırı sonucu bacağına saplanan ve çıkarılamayan mermi orada kaldı. O mermiyi ömrü boyunca taşıdı ve o mermiyle gömüldü.

Mücadele ederken hep en öndeydi ve hep ileriye baktı. Bazı mücadele kaçkınları gibi bir gözü arkada değildi.

Enternasyonalist-sosyalist bir militan olarak yaşadı. Sadece kendi kimliği için değil, bütün ezilenlerin özgürlüğü için mücadele etti.

Che’nin “Dünyanın neresinde olursa olsun, ne sebeple olursa olsun haksızlığa, zulme uğrayan birisinin acısını yüreğinde hissetmeyen birisi devrimci olamaz” ilkesine hep sadık kaldı. Bütün ezilenlerin eşit ve özgür olması için yılmadan mücadele etti. Bu mücadelenin zorunluluğuna ve zafere olan inancı hiç sarsılmadı. Bütün ezilenlerin birliği için hep mücadele içinde oldu.

Hiç bir zaman dogmatik Marksist olmadı. Ama Marksizm kalpazanlarına, döneklerine de hiç prim vermedi.

SSCB ve Varşova paktının dağılmasından sonra dünyayı saran neoliberal dalganın silahşörleriyle dalga geçiyordu.

O dönem her yerde karşımıza çıkan “Marksizm öldü” çığırtkanlığına karşı tiksinti duyuyordu. “Kim bu şaşkınlar? Ne dediklerini fark etmiyorlar mı? Bunu diyecek adamın Marks’ın bütün kitaplarını okuması, en az o kadar kitap yazıp Marks’ı çürütmesi gerek” diyordu.

Hüseyin yoldaşı uğurlayanlar; yoldaşları ve dostları bir kez daha gösterdi ki:

“Ölürse ten ölür; canlar ölesi değil”

Hüseyin Narlı yoldaş; ömrünü verdiği yurtsever, devrimci, sosyalist mücadelemizde yaşamaya devam edecek. Onun yoldaşları ve halklarımız bu mücadeleyi zafere götürerek onu sonsuza dek yaşatacaktır.

Sana güle güle demiyorum can yoldaşım. Çünkü sen bıraktığın miras ile her an bizimle olacaksın. Senden hiç ayrılmayacağız.

Seni sımsıkı kucaklıyorum can yoldaşım.

14 Ocak 2022 / Özgür Politika

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

EN SON EKLENENLER