Bana göre Alevilik, içten içe geçmiş inançsal bileşkelerin , sezgisel, ruhsal, içsel, mistik bir arayışın, aynı zamanda felsefik içeriğe sahip sözleri ve ritüelleri ile anlatılma sanatıdır.
Fakat günümüz koşullarında kendi özünü Enel-i Hak diyerek “Sırrı Hakikat” kapısına ulaşmış insanda arayan bir inanç ama aynı zamanda hurafe anlatımlara sahip bir algı eksikliği mevcuttur.
Uzun bir zaman süreci hakim olan güçlerin “Sen… Ben olacaksın” dayatmalarına maruz kalmış Alevilik inancı, bir bütün anlamda istesede kendisi olamadı.
Tartışılan ve yine herkesin Aleviliği kendisine göre yorumladığından dolayı, bir türlü doğru bir perspektif ile ele alınması gerektiği bilincine ulaşılamadı ne yazık ki.
Algı eksiklikleri Aleviliğin özünü bulma çalışmaları önünde büyük bir engel olarak duruyor kesinlikle.
Çoğu hikayemsi anlatımlar ve mitolojik varsayımlar, isimlendirmeler, motifler, figürler ve asılsız benzeşmeler yaratılarak Aleviliği yorumlamaya çalışıyoruz.Kimileri Alevilik açık ve net olarak bilinen bir inançtır diyebilir. Fakat aynı çatı altında farklı farklı versiyonlar ile Aleviliği anlatmaya çalışan ve ”Asıl bizim inancımızın özü bizim anlattığımız gibidir” diyenleri nereye koyacağız?
Asıl mesele, tarihsel önemli kırılmalara maruz kalmış ve tahrip edilmemiş bir yönü kalmayan Alevilik inancının, bütün dokularına verilen zararın, kendisini tanımlamadaki zorlandığı müthiş arayışıdır.
Dolayısıyla Alevilerin tarihsel belleğinde onlara karşı uygulanan zora dayalı fiziksel yok ediliş ve asimilasyon politikaları neticesinde yaratılan algı, onların toplumsal-psikolojik duruşlarını pasifist bir şekillenmeye kadar getirmiş oldu.
Bu önemli etmenler alevilerin örgütlenmesi ve kendi başlarına bir birlik olamamaları konusu önünde yüksek bir duvar misali gibi durmaktadır.
Ve yine omuzlarına yüklendirilmiş taşınamaz ruhsal muhteva onların kendi içlerindeki sorunlu ve problemli gerçekliğin dışa yansımasıdır.
Çünkü sistemin onlardan istediği mazlumları oynama görevini çok iyi başardıklarından dolayıdır bu durum.
Tarihsel olarak değerlendirmeye çalıştığımızda yayıldıkları coğrafi yerleşke ve yine Alevi inancı içindeki süreklere dayalı gerçekliğin yine sistemin istediği bir anlayışa sahip ayrıştıran bir bakış açısının etkin olduğunu gözlemleyebiliriz.
Sisteme endeksli olarak değerlendirildiğinde farklı etnik özellikleri nedeniyle farklı uygulamalara maruz kaldıkları zaman sürecinde kardeş olarak bildikleri ve aynı inanca mensup insanların yapılan haksızlıkları görmemezlikten gelen davranışları onların birbirlerine olan ruhsal, güvensizlik duygularındaki çöküşünü de beraberinde getirmiş oldu.
”Bir olalım diri olalım ”söylemi dilde söylenen laf gezdirmeden başka bir anlam ifade etmiyor.
Aleviliği en iyi biz biliriz diyenler, yani bilirler ama diğer taraftan yerleşik hale gelmiş yanlış algıları sanki yine bu inancın özüymüş gibi gösterip statükocu bir anlayışla nemalanmaya çalışırlar.
Pratiksel temsili kurumların çok çeşitli bazı nedenlerden ötürü Aleviliğin gerçek durduğu yerde olmamasına hizmet ettikleri görüldüğü gibi açıkça ortadadır.
Başaramadıklarının en büyük nedeni ikrardan ve gönülden verilen sözlerinden uzaklaşan Aleviliğin otantik yaşam anlayışıdır.
Sürekler, yani inanç içindeki farklı etniksel yapıya sahip kesimlerin farklı uygulamalarından ve özel konumlarından dolayı birlikte hareket tarihsel verilerde gerçekleşmeyen bir durum. Henüz kendi içinde netleşmemiş bir inanç sistemi ve bir de yüz yılların onların sırtına yüklendirilmiş, üstlerine örtülmüş kara çarşafların ağırlığı onların attıkları adımları zorlaştırıyor.
Her atılan adımın ve yanlış çıkışların yaratacağı sonuç onların özüne dönmeleri konusunda çok temkinli hareket etmeleri zorunluluğunda olmalıdır ben ce.
Bazılarının yaptığı Aleviliğin İslam’ın içimi dışımı tartışmasındaki provokatif çıkışlar gibi örneğin.
Zaten Aleviliğin özü ortaya çıktıkça bu tür tartışmalara ne gerek olacak ne de başkalarını itici, kırıcı, yaralayıcı bir durum yaşanılacaktı. Varlığın birliğine ve içten dışa doğru gelişen diyalektik değiştirilemez kuralın ve doğuşa inanılan bilimsel bir anlayıştan bahsetmek ve doğru bir uslup ile anlatmak yeterli olacaktı diye düşünüyorum.
Hani hep söyleriz ya….soran sorgulayan olmalıyız diye….işte burada hepimizin en yakıcı sorması gereken konular konuşulmayanları dillendirebilmek olmalıdır. Yoksa öze dönme çabaları bir anlam ifade etmiyor ne yazık ki.
Hüseyin SÖYLEMEZ
Alevinet12