Avukat Erhan Aslaner, mahkemelerin cemevlerinin elektrik faturasının Diyanet bütçesinden karşılanması kapsamında karar vermesinde aslında bir kasıt olduğunu belirterek, “İşi Diyanete monte etme çabası var” dedi. Aslaner, çıkış yolunun ise cemevlerinin ibadethane olarak tanınması ve doğrudan ödenek ayrılması şeklinde olabileceğini söyledi.
15 Mart 2022 tarihinde mahkemeden PSAKD Kadıköy Şubesi İçerenköy Cemevi lehine karar çıktı. İstanbul Anadolu 7. Asliye Hukuk Mahkemesi heyeti, Pir Sultan Abdal Kültür Merkezi ve Cemevi’ne ait hizmet birimlerinin enerji giderlerinin ilgili mevzuata göre, Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesinden karşılanan tarife grubunun kapsamında değerlendirilmesi gerektiğine hükmetti.
2014 yılından itibaren faturaları ödemeyen ve bu konuda mahkemelik olan PSAKD Kadıköy Şubesi İçerenköy Cemevi ile ilgili, elektrik şirketi tarafından icra işlemi başlatılmıştı. Cemevi de buna karşı dava açmıştı.
Elektrik Piyasası Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması’na Dair 5784 Sayılı Yasa’nın geçici 17. maddesinin 3. fıkrası, “Güvenlik amacıyla yapılan sınır aydınlatmalarına ait tüketim giderleri, İçişleri Bakanlığı bütçesine konulacak ödenekten, toplumun ibadetine açılmış ve ücretsiz girilen ibadethanelere ilişkin aydınlama giderleri ise Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesine konulacak ödenekten karşılanır” diyor.
İstanbul Anadolu 7. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin PSAKD Kadıköy Şubesi İçerenköy Cemevi lehine olumlu karar verdi ancak, Diyanet’e ayrılan ödenekten cemevi elektrik faturalarının ödenmesi Aleviler tarafından olumlu karşılanmıyor.
“İŞİ DİYANETE MONTE ETME ÇABASI VAR”
Avukat Erhan Aslaner, mahkeme kararını PİRHA‘ya yorumlarken, “Burada bir kasıt var aslında. İşi Diyanete monte etme çabası var” dedi. Aslaner, çıkış yolunun ise cemevlerinin ibadethane olarak tanınması ve doğrudan ödenek ayrılması şeklinde olabileceğini söyledi.
CEMEVLERİYLE İLGİLİ HUKUKİ SÜREÇ NASIL İŞLEDİ?
Biraz geriye gidip hafızalarımızı tazeleyecek olursak, Cem Vakfı 2005 yılında Başbakanlığa başvurup Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Alevi ve diğer inançları da kapsayacak şekilde kamu hizmeti vermemesinden şikayetçi olmuştu. Vakfın talepleri arasında, Aleviliğe hukuksal statü tanınması, cemevlerinin ibadethane (mabed) olarak tanınması, cemevi inşasına imkan tanınması, cemevlerinin işleyişi için kamusal fon öngörülmesi ve Alevi dedelerine verilmesi de vardı. Tüm bu talepler 19 Ağustos 2005 tarihinde Başbakanlık tarafından reddedildi.
Başbakanlık, reddetme gerekçesinde Diyanet İşleri Başkanlığının tüm dinlere “eşit” yaklaştığını iddia edip, cemevlerine ibadethane statüsü verilemeyeceğini, Alevi dedelerinin devlet memuru olamayacağını, Alevilere özel kamu fonu aktarılamayacağını bildirmişti.
Başbakanlığın bu yanıtı üzerine Alevi inancına bağlı bin 919 kişi, Başbakanlığı’n bu kararına karşı dava açtı. Ancak mahkeme Başbakanlığın ret yanıtının yürürlükteki yasalarla uyumlu olduğuna hükmetti. Bu karar 2 Şubat 2010 tarihinde Danıştay tarafından da onandı.
BAŞBAKANLIK REDDEDİNCE VE DANIŞTAY DA BUNU ONAYLAYINCA AİHM’YE GİDİLDİ
Bunun üzerine Cem Vakfı Başkanı İzzettin Doğan, beraberinde 202 kişiyle birlikte konuyu 2010 yılında AİHM gündemine taşıdı. Dava AİHM tarafından 2013 yılında görülmeye başlandı. Mahkeme, dosyayı kararları nihai olan 17 yargıçlı Büyük Daire’ye gönderdi.
Cem Vakfı, AİHM’ye sunduğu iddianamede, Alevilerin devletin sağladığı din hizmet ve olanaklarından yararlanamaması ve bu hizmetin sadece Sünnilere verilmesinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) din ve vicdan özgürlüğüyle ilgili 9’uncu maddesine aykırı olduğunu belirtti. Aleviler, bu durumun AİHS’nin ayrımcılıkla ilgili 14’üncü maddesine aykırı olduğu da hatırlattı.
AKP HÜKÜMETİ AİHM’DE ‘CEMEVİ İBDADETHANE DEĞİL’ SAVUNMASI YAPTI
AKP hükümeti AİHM’de yaptığı savunmada, Alevilerin kendi aralarında “homojen bir yapıya” sahip olmadıklarını, cemevlerinin cami, mescid, kilise ve sinagogların aksine ibadethane (mabed) kategorisine girmediğini iddia etti. Ayrıca hükümet, Alevi inancının “ne tam olarak bir din, ne de İslam’ın bir dalı olarak görülemeyeceği, Sufi tarikatı olarak ele alınması gerektiği”ni savundu.
AKP’NİN SAVUNMASINI AİHM KABUL ETMEDİ
AKP’nin bu savunması AİHM’de kabul edilmedi. Dini toplulukların ne olduklarına devlet veya ulusal yargının değil, söz konusu toplulukların ruhani liderlerinin karar verebileceğine işaret eden AİHM, hükümetin Alevileri “Sufi tarikatı” olarak tanımlamasının Alevileri, dini inançlara yasaklar getiren 677 sayılı “Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun” kapsamına aldığını hatırlattı.
AİHM, AKP hükümetinin “Aleviler kendi aralarında bölünmüş haldeler” iddiasına da, “Bu durum onların dini bir topluluk olarak hakları olduğu gerçeğini değiştirmez” yanıtını verdi.
AİHM, ‘ALEVİLERE DİNSEL AYRIMCILIK’ YAPILIYOR DEDİ
AİHM; devletin Alevileri resmen tanınmaması ve hukuksal statü sağlamamasıyla, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin din ve vicdan özgürlükleriyle ilgili 9’uncu maddesinin ihlal edildiği sonucuna vardı. Ayrıca, Alevilerin hiçbir kamusal hizmetten faydalanamamalarını da “dini ayrımcılık” olarak tanımladı. Alevi inancını inkârın “laik devleti koruma” teziyle gerekçelendirilmesini de reddeden AİHM, Türkiye’de din ve inançlarla ilgili hukuksal yapının “nötr” kriterlere dayanmadığını ve bu durumun bazı inançların ayrımcılığa maruz kalmasına neden olduğunu bildirdi. AİHM, Alevilere yönelik uygulamanın “akla uygun ve objektif temele dayanmadığına” ve bu nedenle Alevilere “dinsel ayrımcılık” yapıldığına hükmetti.
HÜKÜMET, HALA AİHM KARARLARINI UYGULAMADI
AİHM kararında 2009-2010 yıllarında Türkiye’de hükümetin Alevi kuruluşlarıyla birlikte düzenlediği Alevi çalıştaylarının sonuç raporları temel alındı. Karar sadece Alevileri değil, devletten kamu hizmeti alamayan tüm inançlar için de emsal oluşturuyor. Hukuksal açıdan bağlayıcı nitelikteki AİHM kararları hala Türkiye’de AKP hükümeti tarafından uygulanmadı.
PİRHA/ İSTANBUL