Hünkar Hacı Bektaş Veli Dergahı Postnişini Veliyyettin Hürrem Ulusoy Alevi Açılımıyla İlgili Değerlendirmeler Yaptı.
Veliyyettin Hürrem Ulusoy Dede öztle şunları söyledi:
İnancımıza göre hükümet ya da devlet eliyle inançlara müdahale etmek ya da bir inancın yararına diğer inanç toplumlarına baskı uygulamak kabul edilemez. Çağdaş demokratik hukuk normlarına, insan hakları ilkelerine göre kimsenin görüşü zorla-şerle değiştirilemez, hiçbir toplum zorla asimile edilemez.
Laiklik ve demokrasi konularındaki kaygımızı açıkça dile getiriyoruz. Devlet zoru ile Alevilere ve devlet Sünniliği dışındaki inançlara karşı uygulanan her türlü baskı ve asimile etme çabasına karşıyız. Dinin devlet işlerinden, devletin de din işlerinden elini çekmesinden yanayız. Bu nedenle Diyanet İşleri Başkanlığı’nın olmaması gerektiğini ısrarla vurguluyoruz. Devletin, beğenmediği inançları ve o toplumların tarihini silme çabalarına girişmesine ya da böyle girişimlere destek olmasına karşıyız.
‘LAİKLİK DİNSİZLİKTİR’ ÇARPITMA
Bazı çevreler, ısrarla laikliğin dinsizlik demek olduğunu öne sürmektedir. Aynı çevrelerden, “Ben laik değilim!” sözünü duymaktayız. Bu bir çarpıtmadır, çünkü laiklik kişisel bir konu değildir, devletin örgütlenmesi ve dinlere-inançlara karşı tutumu ile ilgili bir ilkedir. Laiklik, bu çevrenin iddia ettiği gibi topluma devlet eliyle dinsizliği dayatmak demek değildir. Devletin, bir inanç adına diğer inançları baskı altına almaya bir son vermesi demektir.
Sünni olmayan vatandaşların vergilerinin Diyanet İşleri Başkanlığına aktarılması kendilerince nasıl “helal” sayılıyor, bilemiyoruz. Bu tutum ve davranış bize çok ters geliyor. Bu nedenle devletin ve yerel yönetimlerin, inanç toplumlarına her hangi bir mali yardım yapmasına karşıyız.
Buna karşın devletin zorla el koyduğu dini vakıfların mülklerinin gerçek sahibi olan inanç topluluklarına iade edilmesi gerektiği açıktır.
İktidar tek yanlı kararlarla, toplumla tartışmadan, rıza almadan bir dizi büyük projeyi, alelacele uygulamaya koyacağını ilan etmiştir (Üçüncü boğaz köprüsü için ormanları yeşil alanları yok etmeye girişmiştir. Üstelik bu köprüyü Kızılbaş-Alevi-Bektaşi toplumunun burnunu sürtercesine Yavuz Sultan Selim olarak isimlendireceklerini tebliğ etmişlerdir. Son olarak yeşil alan olan Gezi Parkı’nda eski bir kışlayı yeniden inşa etmek bahanesi ile yeni bir AVM yapmaya girişeceğini duyurmuştur.
Gezi Parkı’nın oldu-bittiye getirilip yok edilmeye girişilmesi üzerine yeter deyip, bunlara karşı çıkan genç, okumuş, ilim ve hilim sahibi, aşına-işine-eşine sahip gençlerin sözlerini dinlemek yerine, söz söylemelerini bastırmak üzere ağır bir şiddet uygulanmıştır. Polisin ve adalet sisteminin, iktidarın istediği gibi dindar ve kindar yaklaşım gösteren, hukuki çerçeveye sığmayan uygulamaları hepimiz tarafından görülmüştür. Canlara kıyılmıştır, cenazeler engellenmiştir, namuslu, yalan söylemez din adamlarına bile baskı yapılmıştır.
Barış süreci ve özellikle Gezi Parkı direnişi ardından gelişen siyasi ortamda başbakanın ağzından hükümetin Alevi Açılımına “bırakıldığı yerden devam” edileceği sözlerini duyduk. Bu tutum ve sözler bile çok üzücü ve samimiyetsizdir: Demek ki hükümet isterse Alevi toplumun hak ve istemlerini olduğu gibi “bırakmakta”, isterse yeniden bıraktığı yerden “devam” etmektedir.
ÖLÜ DOĞMUŞ ÖNERİLER VAR
Hükümetin bu yeni tutumuna göre Alevi Açılımının ölü doğmuş önerileri bir kez daha gündeme getirilecekmiş. Örneğin, Alevilere Diyanet İşleri Başkanlığında yer verilecekmiş; Devlet bütçesinden cemevlerine yardım yapılacakmış; Cemeveleri, tekke ve zaviye sayılmayarak yasak kapsamı dışında tutulacakmış; dedeler bir üniversitede eğitilecekmiş ve inanç önderi olarak cemevlerine atanacakmış.
Kızılbaşlık-Alevilik-Bektaşilik, bugünkü Diyanet İşleri Başkanlığı kurumu içinde yer alamaz, almaz. Alevi-Bektaşi toplumu laikliği esas alır. Hem laikliği savunup hem de laiklik dışı bir kurumda temsil edilmek istemeyiz.
Mevcut durumda sorunumuz, görüşlerimizin Sünni İslam tarafından meşru görülmesi ya da Başbakanlığa bağlı bir “genel müdürlük” veya Diyanet’te temsil değil, laik ve demokratik bir devlet yapısında kültürel ve bireysel düzeyde eşit ve özgür olmak istediğimizin bir türlü kabul edilmemesidir.
Dedelerin-zakirlerin devlet tarafından cemevlerine atanması ve maaşa bağlanması, bizim toplumumuzun kabul edeceği bir şey değildir. Devletten maaş alan dede, bu devletin memuru olur, artık iktidarların dümen suyunda gitmek zorundadır. Maaşlı dede, benim dedem olamaz, ona maaş verenin görevlisi olur. Böylece, Devlet kendi Alevisini yaratır. Böylece dedelik kurumu biter; dedelik bittiği zaman Alevilik-Bektaşilik de biter. Hiç şüphesiz Alevi-Bektaşi toplumunun içinden de bazı bireyler böyle devlet imkânlardan yararlanmak isteyecektir. Bizim inancımızda böylelerinin, “Yediği haram, yuduğu murdar, tacı delik, kendi murtad” sayılır. Bizim toplumuz, devlet tarafından atanmış maaşlı dedeyi-zakiri ve diğer hizmet sahiplerini asla benimsemez. Bir dede görevlerini devletten alacağı maaş karşılığı yaparlarsa, yaptıkları dedelik değildir. Dedelerin görevi gönülleri tamir etmek ve insanları mutlu etmektir. Tarih boyunca dedeler maaş almadan, toplumumuzun öğretmeni, doktoru, psikologu, hâkimi, yol göstericisi olmuşlardır. Toplumumuzda Hakkullah bir rıza lokmasıdır. Bu sadece bir araçtır, amaç değildir. Dedelik kurumu bir hizmet kapısıdır; geçim kapısı değildir. Dedeliği geçim kapısı gibi gören dede Alevi-Bektaşi inancına ihanet etmiş olur.