13 Temmuz tarihinde, Suriye Geçici Cumhurbaşkanı Ahmed El Şera’nın talimatları doğrultusunda, çeşitli silahlı gruplar (DAİŞ, HTŞ, SMO, El Kaide ve diğer radikal örgütler) Arap ve Bedevi aşiretler ile Suriye Savunma Bakanlığı çatısı altında Süveyda kentine yönelik saldırılar başlattı. Süveyda kenti Suriye’nin güneyinde ve Dürzi halkının anayurdu olarak biliniyor. Fakat yüzyıllardan buna Dürzi halkı, Müslüman ve Arap aşiretleriyle birlikte yaşıyor.
Kısa sürede Süveyda Askeri Meclisi savaşçıları ile saldırgan gruplar arasında yoğun çatışmalar yaşandı. Ahmed El Şera tarafından ülkede “seferberlik ve cihat” çağrısı yapıldı ve farklı kentlerden milis güçleri Süveyda’ya yönlendirildi. Bu yönlendirme ile Suriye’nin dört bir yanından on binlerce çete Süveyda’ya saldırıya geçti.
15 Temmuz’a gelindiğinde saldırgan gruplar kente nüfuz etmeyi başardı. Süveyda’da yaşanan olaylar sonucunda sivillere yönelik ciddi insan hakları ihlalleri raporlandı. Özellikle, Dürzi halkına karşı geçmişte yaşanmış ve toplumda travmatik etkiler yaratarak bazı onur kırıcı eylemlerin tekrarlandığına dair bilgiler de kamuoyuna yansıdı. Yansıyan bu onur kırıcı eylemlerin daha önce Türkiye’de yaşanmış ve raporlanmış olması, Süveyda’da Türkiye’nin de parmağının olduğu sonucuna varılıyor. Böylelikle Dürzi halkına geliştirilen soykırımın nasıl, nerede planlandığını ve kimlerin destek verdiği gibi sorulara cevap veriyor. Bu bağlamda bazı gözlemciler, bölgeye yönelik sistematik şiddetin arka planında çok aktörlü bir stratejinin bulunabileceğini ifade ediyor.
Bu temelde Süveyda kentinde çeteler tarafından Dürzi halkına karşı yaptığı somut iki onur kırıcı eylem şunlardı:
Dürzi halkına yönelik yürütülen son saldırıların ardında yalnızca radikal örgütler değil; çok daha köklü ve sistematik bir zihniyet yatıyor. 1980 askeri darbesi sırasında Türk ordusunun Alevi ve Kürt erkeklere uyguladığı “bıyık kesme” gibi aşağılayıcı durumlar, bugün Süveyda’da Dürzi halkına karşı yeniden sahneye konuluyor. Süveyda’da gerçekleşen katliamlar öncesi çetelerin Dürzi şeyhlerinin, Dürzi inancına mensup erkeklerin bıyıklarını kesen görüntüler ve fotoğraflar El Şera’ya yakın medya tarafından servis edildi. Bölgedeki şiddet yalnızca fiziksel değil; kimlik ve inanç temelli onur kırıcı eylemleri de içerdiği belgelendi.
Bu çerçevede, Dürzi inancına mensup erkeklerin sembolik bir unsur olan bıyıklarının kesilmesine dair görüntülerin, saldırılardan önce bazı medya organlarında servis edilmesi üzerine, Türk özel harp dairesinin geçmişte kullandığı yöntemlerin şimdi Süveyda’da “Arap kabileleri” adı altında yeniden devreye koyulduğu açıkça ortaya çıktı. Özellikle Türkiye’de 1980 askeri darbesi döneminde Alevi ve Kürt vatandaşlara uygulanan aşağılayıcı yöntemlerle benzerlik kurularak, Süveyda’daki olayların uluslararası düzlemde daha karmaşık aktörler tarafından yönlendirildiğini de gözler önüne serdi.
“Arap kabileleri” denilen oluşumlar, gerçekte DAİŞ-HTŞ ve El Şera’ya bağlı oldukları, El Şera’nında Türkiye ile ilişkileri herkesçe bilinen bir gerçek. Bu temelde halkın önce onurunu kırmak ardından katliamdan geçirmek bir Türk özel harp sistematiğinin bir ürünü olup, çeteler tarafından Süveyda’da Dürzi halkına karşı da uygulandığı belgelendi. Ahmed El Şera’nın bu gruplarla ilişkileri ve bazı bölgesel aktörlerle bağlantıları sıklıkla tartışılmaktadır. Öne çıkan değerlendirmelere göre, bu saldırıların planlanması ve uygulanma biçimi, psikolojik harp unsurlarını da içeren geniş ölçekli stratejilere işaret edebilir.
Süveyda kentinde Dürzi toplumuna yönelik gerçekleşen son saldırıların ardında yalnızca radikal örgütlerin değil, aynı zamanda daha derin ve sistematik bir yapı olduğu aşikâr… “Arap kabileleri” adı altında faaliyet gösteren bazı grupların, aslında DAİŞ, HTŞ ve Ahmed El Şera ile doğrudan bağlantılı oldukları günlerdir yaşanan pratiklerden biliniyor.
Bölgedeki olayların planlanma süreci ve uygulama biçimi, çok aktörlü ve stratejik bir yapı izlenimi vermektedir. Ahmed El Şera’nın bu gruplarla ilişkileri ile bölgesel bazı aktörlerle bağlantıları sıkça tartışma konusu olmakta; bu bağlamda uluslararası ilişkiler açısından yeni değerlendirme alanları oluşmaktadır.
Dün geceden beri yapılan saldırılar; Ermeni halkına yapılan katliamda kullanılan kışkırtıcı, paravanlaştırıcı taktiklerin bir tekrarından ibarettir. Bugün hedefte Dürzi halkı var. Aynı senaryo, farklı halklar, değişmeyen failler…
16 Temmuz’da İsrail Ordusu çetelerin Süveyda’dan çekilmemesi üzerine başta Süveyda ve Şam olmak üzere çetelere, konvoylara, ağır silahlara, askeri noktalara ve Savunma Bakanlığını hedef alan hava saldırıları gerçekleştirip, çetelerin Süveyda’dan çıkmasını sağladı. Bunun üzerine Suriye’nin her yerinde Dürzilere nefret söylemleri ile cihat çağrıları yapılıp, katledilmeleri gerektiği yönünde eylemler yapıldı. Bu temelde çeteler tekrar saldırı için harekete geçti. Ve saldırılar tekrar başladı. Çeteler, saldırılarda sıkça Kuran-ı Kerimi esas alması üzerine şunu belirtebilirim ki Kur’an’ın “düşmanınızı ele geçirdiğinizde aşağılamayın” buyruğu, bu saldırgan zihniyetin ne dinle ne insanlıkla bağdaşmadığını gözler önüne seriyor. Bu yüzden yaşananlar bir iç çatışma değil; etnik ve inanç temelli bir yok etme politikasıdır.
Süveyda’da yaşananları tarihsel bağlamda değerlendirip, bu saldırıların arkasındaki asıl mimarları teşhir etmek hepimizin sorumluluğu. Aşağılama bir araç değil, suçtur. Bu suçun belgelenmesi, ifşa edilmesi, adaletle buluşturulması gerekir.
Bu saldırılarla birlikte bir kez daha Suriye’deki durumun çok yönlü, çok aktörlü ve özellikle Türkiye faktörünün önemli bir baskı ve etkisi olduğu gerçeğini açığa çıkarıyor.