Ali ERDOĞAN
Türkiye’de takvimler 1993’u gösteriyordu. Kürtler evrensel demokrasi haklarını istedikleri için, köyleri yakılıyor, her gün onlarcası öldürülüyor; bir o kadarı failimeçhul cinayet ve kayıplar boy gösteriyordu. Sonraları bu kayıpların kemikleri, askeri kışla ve devlet birimlerin bahçelerine kazılan çukurlarda çıkarılacaktı. Kürdistan coğrafyasında, iki kardeşin cenazeleri biri dağda, biri de askerde geliyordu aynı gün.
Başbakan Çiller, “PKK Tunceli köylerini helikopterle bombalıyor” diye demeç veriyordu. Ve hızını alamayarak, “terör ya bitecek ya bitecek diyordu. Kendisi ve partisi bitti, olaylar henüz bitmedi.
Doksanlı yıllar, at izinin, it izine karıştığı yıllardı. Kürd Aleviler, Alevilik felsefesi gereği mazlumun yanında yer almak için Sünni Kürtle birlikte örgütleniyorlardı. Devlet bundan rahatsıdı. Alevi Kürd’e daha önce 1978’de Maraş’ta bir gözdağı vermişti. Ama uslanmamışlardı. Yeni bir ders gerektiriyordu. “İki Kızılbaşı öldüren Cennete gider” fetvaları yaygınlaşıyordu camilerde ve Kuran kurslarında.
2 Temmuz 1993’de devlet destekli ve Sivas belediye başkanı Mollanın organizatörlüğünde binlerce guruh, Pir Sultan Abdal etkinliklerine katılan, çoğunluğu Alevi ve Alevi dostu olan aydınlara saldırıldı. Madımak otelinde, görsel basının kameraları önünde 34 insan canlı, canlı yakıldı. İnsanlar yakılırken, bir general geldi olay mahaline. Kısa bir görüşme yaptıkten sonra, olaya müdahale etmeden gerisin geri gitti. Guruhda insan yakmaya devam etti.
Katliam bittikten sonra, Başbakan Çiller “vatandaşımızın hiç birinin burnu kanamadı” diye demeç verdi. Ölenler vatandaşı değildi(!) Daha sonraki yıllarda Genelkurmay Başkanı, Kürtleri kasdederek “sözde vatandaşlamız” diye söz edecekti.
Göstermelik bir soruşturma yapıldı. Katillerin bir kısmı yurt dışına kaçırıldı. Bir kısmıda devlet dairelerinde gizli çalıştırıldı. Normal vadesiyle ölünce, aranan kişiler olduğu tesbiti yapıldı. Önce mahkeme başka şehire alındı. O zamanki Adalet Bakanı Şevket Kazan, sanıkların avukatlığını üstlendi. Tutukluları serbest bırakmak için pişmanlık yasasını çıkardılar ve pek çoğu öyle serbest bırakıldı.
Yurt dışında olanları getirmek için, bilerek yeterli evrak gönderilmedi. Devletin gayesi: sürüncemede bırakarak zaman aşımına uğratmaktı. Nitekim geçen ayki duruşmada, mahkeme davayı zaman aşımı gerkçesiyle dosyayı kapattı. Oysaki, dava bir adli dava değildi, işlenen bir insanlık suçuydu. Zaman aşımı söz konusu değildi. Adamın dediği gibi “anamı belleyen kadı olunca, şikayetimi kime edeyim?”
Başbakan Erdoğan mahkemenin sonucunu duyunca “isabetli bir karar verilmiş” demişti. AKP on yıldır iktidar da, isteseydi yasaları işleterek, yurt dışındaki sanıkları getirtirdi. Adalete verip yargılatırdı. İstiyerek savsakladı ve zaman aşımını doldurttu.
Her yıl Madımak otelin önüne onbinlerce Alevi ve Alevi dostları gidiyor. Katliamı lanetliyorlar. Oranın müze olmasını, Aleviliğe yasal statü verilmesini ve dinderslerinin kaldırılmasını istiyorlar. Baskılar sonunda, otelin altındaki et lokantası kapatıldı. Bir kültür merkezi olarak açtılar. Katillerin adlarınıde panonun baş köşesine yazmışlar. Bu davranış Alevilere bir hakarettir.
Ülkede açılan Cemevlerine bakmayın. Hiç birinin yasal statüsü yoktur. Devlet sözde Alevi açılımını, Sünni kesimlerle ve asimile ettiği Alevilerle yaptı. Yasal bir sonuç çıkmadı. Diyanet Başkanlığı, Alevilik diye bir inanışın olmadığını, sadece İslamın bir alt kolu olduğunu ve ibadet yerlerininde cami olduğunu söylüyor.
Didim Cemevi, hazine arazisi üzerine yapılmıştır diye yıktırılacağını söylüyor, Didim kaymakamı. Ülkedeki 98 bin caminin %95’ı hazine arazisi üzerine yapılmadı mı? 15 bin metrekare üzerinde, Çamlıca tepesinde yapılması istenilen caminin arazisi hangi vatandaşın malı ve ne zaman cami için hibe etmiş? Belediyelerin ve devletin bütçesi vatandaşlardan alınan verilerden oluşmuyor mu? Bu vergilerin 1/3’ü Alevilerden alınan vergiler değil mi?
Bu ayrımcı devlet zihniyetini lanetliyoruz.